6 Haziran 2013 Perşembe

İnsanları Denerseniz Soğursunuz

Genelde yazdıklarımı yazar, bitiririm, ondan sonra başlığı belirlerim. %90 gibi anti-demokratik bir oranla böyle olmuştur yani. Ancak başlıklar çok önemlidir bir yazı için. Ben önem veririm yani. Evet ben.
Yalnız bu yazı da öyle olmadı. Tamamen başlığa odaklanarak bişeyler yazmak istedim bu sefer. Yav evet öyle işte. Niye inanmıyorsun bana? Yalan mı söylüycem alla alla. ki tanıdığım en büyük yalancı benimdir. o ayrı mevzu. neyse geç

Gelelim başlığa. İnsanları denemek.
İnsanları deneme yolu çeşit çeşit türlü türlüdür. Kimi yakından dener, kimi uzaktan dener. Kiminin deneme sebebi öylesinedir, maksat vakit geçirmek, kimisinin ki ise inandığı ideal hayat şeklini arama arzusu. Böyle uzar gider daha yani neyse uzatmıyim.
İnsanlar, insanları dener. Tanımadığı insanları dener yani. Kimileri bodoslama dalmak ister o biraz çılgınca bir fikir tabi. Hani "önüme gelen ilk kişiye kendimi öptüreceğim" demek gibi birşey. tabi herhangi bir mantığa dayanmayan bir şey. kaldı ki o öptüren kişi, kendisini öpen kişiyi de bir şekilde denemiştir diyebiliriz pek tabi.

Denemek böyle, çeşit çeşit.
Misal sokakta adres sorarken birisine, o insanı da denemiş sayılırsınız. İstemsiz bir şekilde tabi.

Bir dolmuşa(dolmuş lafını da hiç sevmem minibüs işte arkadaş bizim köyde minibüs deriz biz hatlı minibüslerdir onlar ör:gebze harem, pendik kadıköy vs. ama şimdi şurda kalkıp minibüs desem akla sadece motorlu, yaklaşık 12-21 arası koltuğa sahip, otomobilden büyük otobüsten küçük bir ulaşım aracı geleceğinden oooff anladınız işte siz dünyanın en uzun parantezi olmadan kapatıyorum) binerken "bi tane gebze uzatır mısınız" dediğiniz önünüzdeki vatandaşı bile denemiş olursunuz böylelikle. yani tamamen ihtiyaçtan ama geçici anlık saniyelik ve zorunlu olmayan ihtiyaçtan doğmuş bir deneme şekli.

İşte bunlar daha uzar gider
markette ödeme yaptığınız kasiyer (ki zaman zaman onları denemek gereği bile duymayız. ödeyeceğin tutarı bilirsin, para elinde hazırdır, kasiyerin "şu kadar şu kadar tuttu" demesini bile beklemeden hızla hızla tutuşturursun parayı eline, sanki manyak gibi tüketme arzun var elindeki paradan bir an önce kurtulma isteği [neyse bu başlı başına bir konu bi ara bunu da yazacağım] falan filan)

Bir de inandığın ideal hayat uğruna insanları deneme ihtiyacı duyduğumuz anlar olur.
İşte bu ne olur, güzel bir iş için birileriyle kontak kurmak, hali hazırda çalışıyorsak bulunduğumuz iş yerindeki insanları denemek (güzel bir çalışma ortamı sağlamak adına) işte neblim okul arkadaşlıkları, kopya falan filan için denemek arkadaşları, ve bir de aşk mevzusu.

Belki tamam insan sırf aşık olmak için aşık olmuşsa birisine bunun canı cehenneme. Onu demiyorum. ama bi yerden başlamak lazım değil mi? Birilerini denemek lazım. He tabi baştaki deneme amacı o ideal aşka kavuşma arzusu olmayabilir. ki ilk görüşte aşk diye bi palavraya inanmam o ayrı mevzu. neyse geç geç

bu arada ne parantez açtım be. bu parantez açmakta başlı başına bir konu olabilir mesela. dur yeri gelmişken kısaca değineyim. parantez açan insan anlaşılamamaktan, parantez dışında kalan sözlerinin, yani kendi sözlerinin kendisini yeterince anlatamadığından kuşku duyduğundan böyle bi takım dingilliklere (haşa senden) başvurmasından meydana gelen TAMAMEEEEEN iyi niyetinden kaynaklanan temiz, saf, şuurlu bir harekettir vesselaaaaaam.

şimdi bu böyle
bunu böyle bi kenara koyalım

gelelim soğuma kısımlarına.
Bu denediğimiz elemanlar belli bir zaman sonra isyan edebilirler pek tabi.
Örneğin en basitinden. "ulan adam dükkana girdi, adres sordu cevapladık ama bi teşekkür bile etmedi hayvan" MESELA
Bu adres sorulan elemanın edebileceği isyanın en zirve noktası ancak bu kadar olabilir elbette
"Bi teşekkür bile etmedi"
he bi ara çıkmıştı ya hani "Justin bize bi 'hi' bile demedi" onun gibi bişey (saçma ve özenti bir örnek kabul)

Bunlar böyle böyle işte
ve bunlar basit soğumalar.

Asıl meseleye geliyorum dikkat
aman çok heycanlandın ya sen de
neyse

asıl mesele şu
bu ideal hayatı bulma çabasında girdiğimiz deneyimler. bunların getirmiş olduğu olumsuz neticeler sonucunda ortaya çıkan soğumalar. daha doğrusu başlı başına soğuyupta hayalimizdeki insanı o denediğimiz insanda bulamadığımızdan dolayı ortaya çıkan soğuma, ve bu soğumanın sonucunda adı koyulan "olumsuz" neticeler diyelim. evet evet böyle diyelim böyle.

Şimdi bu çocuk ne anlatmak istiyor, derdi ne bu manyağın dediğini duyar gibiyim.
Derdim şu.

Daha güzel, daha mutlu
barış için, insanlık için
batsın bu dünya!!!

yok yok o değil :))

ya şöyle. biriyle tanışırsın. okuldan olur. işyerinden olur.
bindiğin metroda, trende olur (oha yok artık deme oluyor)
internette, telefonda, hatta televizyonda falan :))
sahilde, parkta gezerken olur (VALLAHİ OLUYOR BE)
katıldığın eylemden olur (bak ciddi diyorum bak)
bi konser bi festival de olur (hmm yaaaani diyosun dimi çakal)
barda, meyhanedeee aaaaa offf tamam sustum :)
olur da olur yani biliyosun işte, bilemem artık senin sosyal şeyine kalmış

bu tanıştığın kişiyi daha tanıma öncesinde önce bir denersin.
denemenin mekanik kısmına gireceğim şimdi

bu deneme işi öncelikle duyu organlarıyla yapılan bir eylemdir
görme ve duyma başlıca elemanlarıdır elbette (koklayarak ve tadarak [bak dokunmayı kafadan geçtim bi kere] birini denemek teorik olarak mümkün olsa bile pratik olarak ııı ııı yok olmaz)

bu koklama işi pratikte de bi nebze düşünülebilir tabi. parfüm piyasası çok çok gelişti. vicente loopec diye beyin ziyanı bir ürün var. dünyanın en hayvan herifi olsan dahi sıkıyosun abicim bunu neymiş bütün kadınlar tav oluyormuş. yok yeeaaa. neyse geç

şimdi görmek ve duymak diyoruz dimi? EVET
öncelikle görmekten daha az bir önemi olduğu düşünülen (ki çok çok göreceli bir mevzu) duymaktan başlayalım. bir insanı denemeye kalkışmadan önce duyarak işe başladığını varsayıyorum. mesela sesinden etkilenmişsindir, konuşmaları hoşuna gitmiştir. ama ne konuştuğunun bi önemi yoktur. tamamen hitap gücü, vurgu ve tonlamaları çelmiştir aklını diyelim. veya gülüşü, sırıtması falan filan bilmem ne işte.

Bu işin tamamen duygusal kısmıyla ilgilendiğini gösterir (BENCE)
çünkü ses dediğimiz olgu soyut bir kavram kardeşimmmm

ses duygulara hitap eder. direkt olarak ama. kalbe işler. tamam akla tesir ettiği zamanlar da olmuştur yoksa milyonlarca kalabalığı ateşli bir konuşma yapmadan nasıl aynı yöne doğru yürüteceksin. görsel yayınlarla bi yere kadar yani. kabul edelim. BUNU KABUL EDELİM Bİ KERE! ettik mi? tamam. sakinim.

ses dediğimiz olay böyle
gelelim görme mevzusuna

görme işi basit. genelde ve çoğunlukla birini denemeden önce görürsün. yani direkman hafızaya atarsın. çünkü ortada deneyecek bir insan olması lazım değil mi ve bunun içnde direkt olarak o denenecek olayı kobayı (evet) bi görmek lazım şöyle boydan boya. yüzünü kaşını gözünü kirpiğini al saçını yanağını kulağını burnunu boynunu ver. böyle uzar gider. o ara artık neresi dikkatini çekmişse. sadece belden aşağı düşünen denyoları bi kenara bırakıyorum pek tabi. nefes alsın yetercileri de marsta hayat varmışa ikna kampanyası için burdan yetkililere sesleniyorum.

görmekte böyle

şimdi gördük geçirdik, duyduk duyuşturduk.
geriye denenmeye niyetlenmiş kobayı çepeçevre sarıp, bir örümceğin avını kıskıvrak yakalaması, boğazlayıp bi güzel mideye indirmesi, sonrasında sindirmesi, sonrasında eeee işte belgesel kuşağı falan filan

öncelikle. bu denediğimiz kişi hayalimizdeki insan olmayacaktır. hayır olur mu olmazmıyı tartışmayacağım zira ben kesinlikle olamayacağından dem vuracağım. olamaz yani. evet. olması bir komünizm ütopyası gibi kesinlikle tam manasıyla yaşanamayacak bir hayalden öteye geçemez. olmaz kardeşim işte zorlama. olduğunu zannedenler olabilir ancak. veya bu hayalindeki ruha en yakını bulan kişi vardır. gerçek manada felsefik olarak irdeleyecek olursak hiç kimse "kendine en ideal olan"ı hiç bir zaman bulamaz. çünkü insan kendini klonlayamaz. yani henüz bilmiyorum gizli teknolojiler ne alemde falan filan ama genel olarak klonlama henüz başarılabilmiş değil kiiiii kaldı kiii klonlasan bile klonun sana sadece biyolojik olarak bir benzerlik gösterecektir. duygu ve düşünceler ne derece aynı olur? bence olamaz. çünkü yaşanmışlıklar ve geçmiş bizi biz yapan o temel kavramlar bizi yoğuran hamur gibi yoğurup şekle büründüren bi kişilik sahibi yapan o elemanlar farklı olacaktır pek tabi.

neyse uzattım
nerde kalmıştık?
heh! bir de baktık ki, denenen kobayın ne mavi gözü var, ne polo gömleği var, ne cüzdanı şişik ne kredi kartının bol sıfırlı bakiyesi kalmış ne saçı başı düzgün ne bacakları düzgün 90 60 90 değil adonisi yok elleri çok çirkin ne dövmesi var ne kolyesi ne de bişey bişey bişey bişey böyle gider işte. ama hep maddiyat hep maddiyat yani. anladın? ilk bakışta deneyecek olan insanın bu değer süzgecinden geçecek olan kobayın bu ön imtihanı başaıryla geçtiğini varsayarak devam edeceğim şimdi.
diyelim ki hakkaten deneyecek olanın ne malda gözü var ne de para pulda.
harbiden delikanlı delikanlı diyor ki bana seni gerek seni.
kafa yapısı, dünya görüşü, ahlak değerleri, kalp dünyası şusu busu
bunlar daha bir baskın basıyor diyelim ve o görme duyusunu başlangıç için göz ardı ediyor
bildiğin gözü kapalı bir maceraya giriyor diyelim

bu saatten sonra neyin ne olacağı hiç belli olmaz.
tarafların birbirlerini sürekli deneme çabaları bitmek tükenmek bilmez. çünkü yukarda bahsettiğim gibi.
mavi gözü, polo gömleği seçmeyen bu arkadaş, kendini karşısındaki insanın soyut dünyasına kaptırmış ve dünyada karşısına çıkmış en mükemmel en zat-ı şahane en en en işte tanımlaması bile olmayacak derece de güzel insan olduğunu zannede dursun, bir taraftan da denemelerini sürdürmeye pek tabi devam edecek. bu sürekli deneme hali, üstüne gitme hali, aşırı sevgi, aşk, sonsuz şefkat, biz ölümsüzüz, biz şöyleyiz, biz öyle hayanoğlu hayvanlık derecesinde bağlıyız ki birbimize ooooff amaaaan değmeyin bize nazarınız işlemez, tanrıların yeryüzü yansıması, destansı bir ilişki, bilmem ne bilmem aman aman yani....

bu tripler eninde sonunda kaçınılmaz olarak, doymak bilmeyen ademoğlunun sürekli daha dahayı, daha daha bilmem neyi işte daha çok olsun daha daha sevgi arayışını ister istemez hayal kırıklığına uğratacaktır. ve hızlı bir şekilde bir anda bütün DENEMElerin sonucunda ortaya SOĞUMA hali çıkacaktır pek tabi.

sonrasını anlatmaya pek gerek yok tabi. kısacası soğuyan insan yavaş yavaş kişiden uzaklaşacak, duvarlar örecek, güven kaybolacak falanıydı filanıydı işte ve küçük kıyamet. AYRILIK.
"berkecan biz anlaşamıyoruz yaaaa" bak bunu duydun mu derhal terket diyologu kes yani bi süre güzel arkadaşım. ciddi diyorum ya. bi kere berkecan diye isim mi olur? kendinde bi hatayı ara, kendini bi sorgula sonra biz anlaşamıyoruz yaaaa diyen kızla ne gibi bi beklentim olabilir? neden ben? neden bu kızlayım? ben nerdeyim? nerden geldim nereye gidiyorum? tarzı soruları kendine sor. HA bak cevapla demiyorum. cevaplayabileceğini henüz sanmıyorum ama sen yine de bi sor. not al yani bilinçaltına. belki rüyalarında falan ya da sokakta, sahilde, dağda bayırda bir ağacın gölgesinde ufkun açılır, açılır da o geri bir zekaya sahip beynin bir cevap olması için ipucu olur sana bidon kafalı gereksiz insan seni!!!

bak gene tutamadım kendimi
neyse

bu kadar yeter
SOĞUDUM ARKADAŞ
de hadi yeter gidin artık
kolum yoruldu. soğudum bu yazıdan. denedim soğudum bak şimdi.
sizden de soğudum ey insanlar!
buz gibi değil ama
böyle gereksiz rahatsız edici bir şekilde yüzünü vurur ya soğuk hava, heh aynı öyle
biraz ısınması için sigara yakıcam.
ısınınca tekrar yazarım.

kendinizi denetmeyin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder