bugün oldukça yapmacık bir gündü. plastik plastik suratlar, sentetik hayaller, silikon gülüşler aklınıza gelebilecek bütün dolgu malzemeleri vardı bugün hayatımda. yok yok inşaata falan topum kaçmadı, otur bi dinle.
saat 10da güç bela uyandım. bi yerlere geç kalmıştım. hayatım sürekli bir şeylere geç kalmaktan ibaret olduğu için çok da kafaya takılacak bir durum söz konusu değildi bu sefer. apar topar dışarı attım kendimi. kahvaltı yapmaya bile vaktim yoktu. derhal metronun yolunu tuttum. bu anadolu yakasındaki metroyu bilen bilir. yerin dibine yapıldığı için, in in bitmiyor. metroya binene kadar 4 kapkaç vakası, 9 adet adam öldürmeye teşebbüs, 7 hırsızlık olayı planladım kafamda (şaka şaka). ama allahı var vızır vızır geçiyor.
bostancıda inmem gerekiyordu ama öyle yapmadım. illa bi denyoluk yapıcam ya hani kalktım (kalkmadım tabi oturuyorum) kadıköye kadar gittim. karnım açtı. karnım açken başım döner benim. insanız ya hani arada biz de. öyle.
ve evet. börek yemek için kartaldan kadıköye giden zeka küpü benim. ancak hemen hemen hepsi bedavaya mal oldu bana. orası derin mevzu. sonra anlatırım (o sonralar hiç gelmez nedense)
gitmişken vapurada mı binsem ordan ver elini beşiktaş hayallerine falan kapılsam da titreyip kendime geldim. tekrar metronun yolunu tuttum. zira hala halletmem gereken işler vardı ve elimdeki abuk subuk evraklar bana çoktan yük olmaya başlamıştı bile. bostancıya vardım. vergili, daireli betondan bir binaydı hedefim. içersindeki zombi kılıklı beyaz yakalılar kendi derebeyliklerini çoktan ilan etmişler. böyle abuk subuk bir dünya işte. dışarda açık oto pazarına dönmüş e-5, öğrendiği ilk kelime "soğuk su" olan çocuklar, kendisine 500 metre uzaklıktaki birine korna çalan psikopat minibüs şöforleri, işte istanbulun halı altına süpürülmüş gerçekleri. elbette ruh hastası olmamak bir mucize olurdu. bence istanbulun derhal karantinaya alınması gerek.
bankadaki işimi de hallettikten sonra ofise geri döndüm.
ofisteki mesai saatimin tamamını birilerine muhasebe programını öğretmekle geçirdim. sanki ben çok biliyorum da aq. ne anlarım hesaptan kitaptan, ne işim var muhasebede. hiç işte.
ama yok yok işimi seviyorum. rahat geniş takılıyorum o imkanım var en azından. çayım, kahvem, sigaram, keyfim, kahyam herşey tamam. ofisteki tiplerden bahsedeyim biraz. patronumuz hayaletgül hiç bir iş yapmaz. arada sırada gelir, "çocuklar amerika diye bi kıta keşfettim ama çok uzak" tarzında sayıklamalarda bulunur, gider. kıdemli stajyer yumurtacan'ı önceden beri tanırım, iyi çocuktur. bazen yersiz espriler yapsa da idare eder. slayer cadısı hoş bi kıza benziyor. ama kesin sevgilisi vardır. fazla muhattap olmamaya çalışıyorum. diğer tipleri anlatmaya pek gerek yok şimdilik. düz memur karakterli tipitipler işte. yine de nefretimi kusamadan edemiycem. bende ki potansiyeli fark etmiş olmalarından olsa gerek, bi kaç tane ayağımı kaydırma girişini bertaraf ettikten sonra saati 18:00 ettik bugün de. PAYDOS.
evimle işyerinin arası 100 metre var/yok.
yine de o mesafeyi uzun uzadıya bir yolmuşçasına yürümenin vermiş olduğu hazzı anlatamam.
.......................
bi sigara yakim
.......................
portishead
ay sonu antalya olacak mı
barış ipnesi naptı acaba
o değil de yağmur...
neyyse
kokoreç yemiyorum lan ne zamandır
içim dışım erik suyu oldu
şuraya güzel bi dövme iyi gider
.......................
(sesli düşündüm)
.......................
evet nerde kalmıştık
heh eve geldim işte. bilgisayarımı özlemişim valla. evimde gibiyim sanki bilgisayar başında.
evet evet. evimde, evimde gibiyim sanki. yani önceden de evimdeydim, ama laptop da yazamıyordum. odamın bu köşesi içime sinmiş artık. bu köşe dışında ilham gelmiyor. odamdayken, evimde gibiyim diyelim.
illa bu köşe olacak! o kadar.
sonra işte ne oldu. muhtemelen bi sigara yakmışımdır.
sayısız trip hop denemelerinden sonra yüzlerce canavarın daha hayatını sonlandırıp, bugünü de dünüme eklemeye hazır hale gelmiş bulunmaktayım.
şimdi uyuyacağım.
SESSİZLİK LÜTFEN!
http://www.youtube.com/watch?v=5g7_rbwUy0U
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder