29 Temmuz 2013 Pazartesi

Ağırlaştırılmış Müebbet Aşk

Merhaba deniz kızı. ben anka kuşu. bunca zamandır tepeden tırnağa ateşlerle dağlanmış, kendini küllerinden yaratmış, kalbi alev alev yanan bir anka kuşu. beni milyon kere yaktılar üst üste, ancak dert değildi bu alevler. alıştıkça katlanıyordum artık. zarar vermiyordu bana yangınlar..

Öncesinde böyle değildim. bir hiçtim. ne ateşten bir kanat, ne topraktan bir vucüt. ne sudan bir yağmur damlası, ne de havadan bir nefes. hiç bir şeydim ben. yaşayarak tattım acıyı, mutluluğu. acı tarafı çok geldikçe mutluluğa hasret kaldım. yokluğunu hissettikçe daha bir ister oldum. elde edemedikçe daha da alevlenmişti nefretim. artık ben de onlar gibiydim. bana acı verenlerin izindeydim. güçsüz olanın yaşayamadığı bu dünyada, güçlü olmak için acı çektirmek.

Günlerim böyle eziyet ve işkencelerle geçmekteydi.
her bir ölümüm yeni bir dirilişin sabahı demekti bana.
ben her gece ölürdüm acımı içime ata ata
nice zalimler gördüm gölgesinden korkan
her defasında kanardım masum duruşlarına
hiç biri masum değildi, kötülüğün en daniskasıydı onlar
kendi acizliklerini örtmek için güçlü olmaya çalışanlar
çok defa oyuna geldim, aldatıldım
sevgi ektim, ihanet biçtiler
kalbimi ateşlere attılar, usanmadılar
nefretle yaklaştım, geri kaçtılar
elime yüzüme bulaştırdım
olmadı.

istediğim yerlerin, istenmeyeniydim
inancım kalmamıştı hiç bir duyguya
hiç bir bakışa..

yalnızlığa sığınmıştım.
hesapsız sorgusuz yalnızlığa
kendimle başbaşa herkesten uzaklara.
düşlere kapılmıştım
gökyüzünün sonsuzluğuna
uçsuz bucaksız hayallere
kimsenin göremediği, duymadığı tenhalara.

Böyleydi işte senden öncesi deniz kızı. Hiç ummadığım bir an da, henüz daha yalvarmamışken tanrıya sen çıktın karşıma. uçsuz bucaksız tenhada şiir söyleyip gezerken nereden buldun beni.
tesadüfün böylesi.
şöyle bi gelip geçilecek türden değildi
bi an durakladım, seni seyre daldım
suyundan bir yudum aldım
güzelliğine kapıldım
kendimi aşkın büyüsüne bıraktım
nasıl olabilirdi ki böyle birşey.
ben varlığını ateşe borçlu, sen okyanusun derin suları.
seni yudum yudum içtikçe
anladım ki kalbim serin sulara hasret
bütün bu cevapsız sorular,
tanımlayamadığım duygular
hepsi sende saklı.
zaman su gibi akıp geçiyordu
öğretiyordun bana, öğreniyordum
fedakarlık nedir, iyilik nedir, şimdi farkına varıyordum
kendimi seninle ıslah ediyordum

sevgini verdikçe, nefretimden eser kalmadı
alevlere boğulmuş kalbim sönmüştü artık
yeni bir dirilişin kapılarını araladım
bu sefer ki küllerimden değildi
gökyüzüne uzanan sonsuz okyanusunla
farkı hissettim. ışığını parıltını keşfettim. sarhoşluk değildi bu. ne yaptığının tam bilincinde bir vazgeçiş. kötülüğe ve nefrete adanmış bir hayattan vazgeçiş. aydınlık, gizem, bilinmezlik, bir deniz kızının sırları, gerçeği anlat bana. bütün bildiklerini. bilmediklerini benimle keşfet.

bundan sonrası masalların son cümlesi;
sonsuza kadar mutlu mesut
bu masal anlatılmaz ki
bana güzellik nedir diye sormasınlar
tasvir edemem onlara sevdiğimi
bana ne düşünüyorsun diye sormasınlar
anlatamam onlara sevdiceğimi
çünkü sen anlatılmaz yaşanırsın
benden başkası yaşayamaz seni!
sana seni söylemeye bile yürek dayanmaz deniz kızım
sen benim bilinmezim
sen benim çözülemeyen denklemim
anahtarı bende kalbinin
kendim içerden kitledim bu sefer
ebediyen çıkmamak üzere...

25 Temmuz 2013 Perşembe

Yok Olmak Var Olmak Değilse

Dinle yağmur falan değmedi yüreğime
şimdi sen bendesin ben sende
gönül koyup da yüzünü çevirme
hiç kimsenin olan kalbin varken
herkesin olan vücutlara kaymaz aklım
salınan salınsın rujlu caddelerde
içkilere meze olsun gülüşleri
ruhlarını paraya pula satarken onlar
adım anılmayacak dumanlı gözlerde
ben bazen ölürüm
bazense hayat kurtarır varlığım
seni görürüm sonra
gözlerim çırılçıplak ve utangaç
kalbim 180
ellerim titrek ve terli
dilim tutulmuş ama ne tutulmak
aklımıysa beşyüzelli milyar fikir boğmuş
biri bana tokat atsa anca buluşur ruh bedenle
şöyle güzel bi dövseler vurmayın demem
bak yine tribe girdim
ciğerlerim nikotin ister
arsenikli sakız ister
ben bazen ölürüm böyle
ölmelerim duygusuz ve pişman
beni öldürme yaban çiçeğim
beni pişman etme
ölürsem bir daha gelemem
ölürsem hiç kimse herkes olur
ben herkes olmak istemem
hiç kimseyim ben
hiç bir şeyim
henüz yazılmamış bir hikaye
keşfedilmemiş bir toprak
hiç dokunulmamış gökyüzüyüm ben
beni öldürme
ben ölürsem, bir daha gülemem öyle içten
ölüler yapayalnızken gülemez
ne sevgi var ne şefkat
ve nefret dahi
ben ölmek istemem
beni öldürme
eğer ölürsem
bir daha asla sevemem

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Kime Koşarsın Canın Yandığında?

Seni en çok sevene mi?
En sevdiğine mi?

ne kaçanı koşup kovalamak var
ne de kovalayandan kaçmak artık
ikisi de aynı kapı
görüldüğü üzere bu çocuk akıllandı
bir kişi hariç herkese şaşı
ama sokakta bulmadı aşkını
uğraşmıyor boş boğaz kedilerle
aşk kilimine ilmik atmak da her gün
rüzgarımıza kapılma uzak dur
siz 7 milyar biz ikimiz
dünya yeniden dönüyor
dön be dünya
bu gemi gider..

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Sevdiceğe Hitabe

duygusalımsın.
kazandığımsın.
duygular sel olmuş sen de toplanmış.
ben konuşmam, kaderim de sussun. kalbim konuşsun.
elimi al, kalbini ver. sıkı pazarlıkçıyımdır. ne sen kaybet ne de ben.
ömrümü al, gözlerini ver. görmesin benden başkasını.
zamanı okşama, aksın gitsin. bize zaman lazım.
şarkıları susturma, sürekli çalsın. onlar bize lazım.
bana hayatını anlat, ben de sana. bunlar bize yol gösterecek.
beni bekle, yolun sonu aydınlık. yarınlar bizim.
sen kimsin? bence güneşsin. ışığını hiç eksik etme yüzümden.
bak bana ben kimim? en güzel ömürlük hayalin. gidecek yerim yok nereye gidebilirim?
olduk mu biz yani şimdi? bence olduk.
olamadığımız geçmişi unut. geleceğine beni de kat artık.
korkularınla yüzleş. aklın şüphe nedir bilmeyecek.
yüreğin varsa beni inandır. cesaretine muhtacım.
ebedi hayatı sayıklıyorum. yani ismini.
sigara eşittir sensizlik. bana sigarayı bıraktır.
sen içimdesin haykıramam. kulaklarım kıskanır, nazarı değer.
yüzüne bakmaya kıyamam. gözlerim alışkın değil ki böyle bakmalara.
yalnızlığıma kastın mı var senin? yılların sorumluluğu bu, yüreğin varsa gel.

bilmiyorum
neden böyle hissediyorum
lütfen susar mısın?
sessizliğini dinliyorum.
ve sanırım ben kendimi kaybediyorum
vazgeçtim susma! bana herşeyi anlat.
uyandır bul beni, bütün sırları anlat.
bütün ulaşılmaz hayalleri tasvir et.
amacım ol, yardım et.
derindir sevmelerim, yüreğin genişse gel.
beni hafife alma. sığamam diye korkarım.
korkmak güzeldir. yaşamımızı sağlar, onu idame eder. en başta sen de korkacaksın. korkmalısın da zaten.
sonrasında öyle sınırsız, öyle yasaksız gel ki bana, korkmak neymiş, yıkılsın tüm duvarlar. korkmak nedir unutalım. birbirimizi unutmayı unutacağımız gün, korkularımız da kaybolur gider. kimse kimseden korkmaz olur.

aynen öyle. ne istediğinin tam bilincinde. lanet olmasın artık hiç birşeye. nefretim senle köreldi gitti. seni yüz yıllarca tanıyormuş gibiyim. ruhun ruhuma dokunmuş bi kere. buradasın işte. sanki damarlarımdasın. en kral uyuşturucadan daha ağır bağımlılıktır aşkın. asıl bağımsızlığım, sana olan bağımlılığım.
anlatılmaz yaşanırsın. ulaşabilecek en son noktasın. zaafımsın. kendimi övemiyorum. kendimi unuttum.
sen varken, aklıma ben gelmiyorum.

ayrılık şarkıları dinlemek gelmiyor artık içimden. sevipte kavuşamayanların şarkıları hitap etmiyor artık. ama yine de fazla kaptırmamak lazım. benim felsefeme göre, bir şey iyi gidiyorsa, her şey yolundaysa kesin bi yamukluk var demektir. bu inancımı yıkabilir misin? laneti mi bozabilir misin? kaderimi baştan yazabilir misin?
neyse boşver.
kendin ol yeter.
bir gün gideceksen de eğer
saçlarını bırak git
varlığın yokluğuna başlı başına tehdit
bu gözler neler gördü
ne aşklar duydu.
hepsi kış güneşiydi. geldiler, geçtiler, gittiler. geçerken uğradılar yani. sen öyle değilsin bilirim. hissederim. öncekilerine inat olsun diye daha çatlatacak şekilde sev beni.
inat değil mi arkadaş? gebersin tüm sürüngen fetişleri. sürünmekten başka ne kattınız hayatıma?

bu böyledir. karanlığın en yoğun olduğu an. artık yorulmak yok. kaçanı kovalamak yok. bi kenara savrulup gitmek yok. boşlukta çırpınmak yok. rüzgara karşı durmak yok. yasak sevmelere hapsolmak yok. üçüncü tekil şahıs olmak yok. yok işte yok!

peki ne var?
sonsuzluk var. iki ömür var. umut var. gerisi zaten bunlardan doğan türevleri.
kısacası sabretmek var. HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK var.

nokta

16 Temmuz 2013 Salı

Örümcek Öldürmek Günah mıdır?

günah mıdır, caiz midir, hata mıdır, yasak mıdır, yanlış mıdır, mıdır da mıdır
aslında bu soruyu soran düşünce yapısı başlı başına hatadır.
çünkü bir canlıyı öldürmek öyle veya böyle günahtır.
evet. bütün din tarihini analiz etmiş oldum böylelikle.

bi sigara?

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Foseptik Çukurunda Serenat

ulan hiç mi güzel bişey olmaz hayatımda?
yav arada oluyor işte bişeyler. annem 1 aylığına tatile gitti mesela. evde geniş geniş takılıyorum. ama sigarayı çoğalttım. yalnızken yani artık tamamen yalnız başınayken, çay falan da gelmiyor insanın aklına. çay kalabalık ortamların içeceğidir. en azından 2 kişi ile içilir.

portishead var arkaplanda. dudağımda dumandan halkalar. elini bile tutamadığım aşklarım. gençliğimi harcadığım sevdalarım, takıntılarım, bağımlılıklarım. hepsi bilinçaltıma çakılı kalmış orda bi yerlerde. çekip çıkaramıyorum. tek başıma hayaller kuramıyorum. hay bu duvarları icat edenin...duvarlara derdimi anlatamıyorum. her yer dağınık. her şey kafamda. her şey dağınık. savaştan sağ kurtulmuş bir asker düşün. bütün pislikleri görmüş geçirmiş kan revan içinde. o kadar boş kavgalar, o kadar gereksiz çekişmeler, sürtüşmeler... çözülemeyen bir bilmece gibi, dünyanın en uzun labirenti. içinde ben kaybolmuşum. aslında yolu biliyorum. gücüm yok, çıkamıyorum. bilerek kapattım bu labirente kendimi. insanlardan uzaklaşmak istedim. bir kaç yüz sene kafa dinlemek adına.

onca pislik hikaye, onca acımasız yaşanmışlık. neler duydum. kimselerin yaşamadığı şeyler duydum. kafamda, gözlerimdeki şeytanda. neler yaşadım. daha henüz yaşamadığım, neler yaşadım kafamda, zihnimde. kimselere anlatamadığım. neler gördüm, rüyalarımda. ne çatışmalar, ne vurgunlar...
babamın gülüp geçtiği ne rüyalar gördüm. ölümünü gördüğüm babamın gülüp geçtiği rüyalar. insan hiç ölüme güler mi? onu geçtim kendi ölümüne güler mi?
hayallerime sadece rüyalarımda kavuşuyorsam, anladım ki ölmekte zor değil demiş şair.
ölmekten korkmak değil de, acıdan korkmak var...

gelecek de bir gün gelecek
biliyorum oralarda bi yerdesin
sen kimsin?
bir gün çıkacaksın karşıma, tesadüfen olacak elbette
ilk başta anlam veremiycez ikimizde.
belki de zoraki bir tanışma olacak, hiç hesapta yokken.
senden onlarcasını elimin tersiyle ittim ben.
hepsi birer kaçan fırsattı aklıma sorsan.
kalbimse yok bu değil diye diretti duygusal damarlarıma her defasında
hep daha iyini aradım. sabrettim, gözlerimi kapadım, asla bakamadım sana.
sokakta yürürken, yanımdan geçerken, okulumu okurken hiç ama hiç bakamadım yüzüne
aşkın gözü kördür derler ama bendeki körlük aşkı bulana dek.
hakiki olanından alayım ben, gerisi çıtır çerez istemez...

uzaklaş yaklaşma bana, sakın ola girme hayatıma
seni sevemem bana öyle bakma
gözlerin gözlerime ambargo olmuş
dudakların başkalarına serbest bölge
ellerin ellerime o kadar uzak ki
vize almam için daha kaç kişiyi elemen lazım?
kalbine daha kaç çizik atman lazım?
hayallerin, ideallerin, heveslerin
bırak ruhumu ateşlemeyi
sigarama bile ateş olamazken
sen part-time severken
ben gece vardiyası emeği verirken
öyleyse niye bunca şarkı
bunca şiir, bunca karalama?
neyse üstü kalsın.

hayalimdeki ruhu, beğendiğim bedene koyup aşk sanacağım.
ve son noktayı koyacağım
daha önce iki kere koydum ben. biraz fazla koymuş olmamdan olsa gerek beden falan hikaye kaldı yanında.
orantılı koymak gerek. fazla koydun mu, bir de bakmışın odanda tek başına, kül tablası ayarındaki dudaklarından çıkan sayıklamalarla ilahi aşkın ufuklarına yelken açar haldesin.
en azından başlangıç aşamasında fazla koymamak gerek.
nabza göre verdiğin şerbeti, beğendiğin bedenin sana tav olmasını sağlayana kadar sürdür.
sonrasında koy koyabildiğin kadar beğendiğin bedene.

koymazsam orospu çocuğuyum!
iyi geceler.

12 Temmuz 2013 Cuma

Tepeden Tırnağa Varoşizm

bugün oldukça yapmacık bir gündü. plastik plastik suratlar, sentetik hayaller, silikon gülüşler aklınıza gelebilecek bütün dolgu malzemeleri vardı bugün hayatımda. yok yok inşaata falan topum kaçmadı, otur bi dinle.

saat 10da güç bela uyandım. bi yerlere geç kalmıştım. hayatım sürekli bir şeylere geç kalmaktan ibaret olduğu için çok da kafaya takılacak bir durum söz konusu değildi bu sefer. apar topar dışarı attım kendimi. kahvaltı yapmaya bile vaktim yoktu. derhal metronun yolunu tuttum. bu anadolu yakasındaki metroyu bilen bilir. yerin dibine yapıldığı için, in in bitmiyor. metroya binene kadar 4 kapkaç vakası, 9 adet adam öldürmeye teşebbüs, 7 hırsızlık olayı planladım kafamda (şaka şaka). ama allahı var vızır vızır geçiyor.

bostancıda inmem gerekiyordu ama öyle yapmadım. illa bi denyoluk yapıcam ya hani kalktım (kalkmadım tabi oturuyorum) kadıköye kadar gittim. karnım açtı. karnım açken başım döner benim. insanız ya hani arada biz de. öyle.
ve evet. börek yemek için kartaldan kadıköye giden zeka küpü benim. ancak hemen hemen hepsi bedavaya mal oldu bana. orası derin mevzu. sonra anlatırım (o sonralar hiç gelmez nedense)

gitmişken vapurada mı binsem ordan ver elini beşiktaş hayallerine falan kapılsam da titreyip kendime geldim. tekrar metronun yolunu tuttum. zira hala halletmem gereken işler vardı ve elimdeki abuk subuk evraklar bana çoktan yük olmaya başlamıştı bile. bostancıya vardım. vergili, daireli betondan bir binaydı hedefim. içersindeki zombi kılıklı beyaz yakalılar kendi derebeyliklerini çoktan ilan etmişler. böyle abuk subuk bir dünya işte. dışarda açık oto pazarına dönmüş e-5, öğrendiği ilk kelime "soğuk su" olan çocuklar, kendisine 500 metre uzaklıktaki birine korna çalan psikopat minibüs şöforleri, işte istanbulun halı altına süpürülmüş gerçekleri. elbette ruh hastası olmamak bir mucize olurdu. bence istanbulun derhal karantinaya alınması gerek.

bankadaki işimi de hallettikten sonra ofise geri döndüm.
ofisteki mesai saatimin tamamını birilerine muhasebe programını öğretmekle geçirdim. sanki ben çok biliyorum da aq. ne anlarım hesaptan kitaptan, ne işim var muhasebede. hiç işte.
ama yok yok işimi seviyorum. rahat geniş takılıyorum o imkanım var en azından. çayım, kahvem, sigaram, keyfim, kahyam herşey tamam. ofisteki tiplerden bahsedeyim biraz. patronumuz hayaletgül hiç bir iş yapmaz. arada sırada gelir, "çocuklar amerika diye bi kıta keşfettim ama çok uzak" tarzında sayıklamalarda bulunur, gider. kıdemli stajyer yumurtacan'ı önceden beri tanırım, iyi çocuktur. bazen yersiz espriler yapsa da idare eder. slayer cadısı hoş bi kıza benziyor. ama kesin sevgilisi vardır. fazla muhattap olmamaya çalışıyorum. diğer tipleri anlatmaya pek gerek yok şimdilik. düz memur karakterli tipitipler işte. yine de nefretimi kusamadan edemiycem. bende ki potansiyeli fark etmiş olmalarından olsa gerek, bi kaç tane ayağımı kaydırma girişini bertaraf ettikten sonra saati 18:00 ettik bugün de. PAYDOS.

evimle işyerinin arası 100 metre var/yok.
yine de o mesafeyi uzun uzadıya bir yolmuşçasına yürümenin vermiş olduğu hazzı anlatamam.
.......................
bi sigara yakim
.......................
portishead
ay sonu antalya olacak mı
barış ipnesi naptı acaba
o değil de yağmur...
neyyse
kokoreç yemiyorum lan ne zamandır
içim dışım erik suyu oldu
şuraya güzel bi dövme iyi gider
.......................
(sesli düşündüm)
.......................

evet nerde kalmıştık
heh eve geldim işte. bilgisayarımı özlemişim valla. evimde gibiyim sanki bilgisayar başında.
evet evet. evimde, evimde gibiyim sanki. yani önceden de evimdeydim, ama laptop da yazamıyordum. odamın bu köşesi içime sinmiş artık. bu köşe dışında ilham gelmiyor. odamdayken, evimde gibiyim diyelim.
illa bu köşe olacak! o kadar.

sonra işte ne oldu. muhtemelen bi sigara yakmışımdır.

sayısız trip hop denemelerinden sonra yüzlerce canavarın daha hayatını sonlandırıp, bugünü de dünüme eklemeye hazır hale gelmiş bulunmaktayım.

şimdi uyuyacağım.
SESSİZLİK LÜTFEN!
http://www.youtube.com/watch?v=5g7_rbwUy0U

11 Temmuz 2013 Perşembe

Sigara Benim Feryadımın İsyanıydı

Bir süre gözden uzak olmalıydı.
Geride bıraktıklarına içten içe üzülse de, kesinlikle pişman değildi. Umudunu yitirmişti artık. Uğruna bir ömür vermeye hazır olduğu gözlerde, umudu göremiyordu. Zerre kalıntısı kalmamıştı. Geride bıraktıkları çoktan verilecek yolları ardına kadar açmıştı onun için. Kapılar ardına kadar açık unutulmuştu. Açık kapı görmeye dayanamazdı o. Yine dayanamadı. Bıraktı kendini "boşluğun" acımasız kollarına. Bu seferki boşluk pek de yabancı sayılmazdı aslında.

Bu ne ilkti ne de son olacaktı. Biliyordu. Bilinçliydi. Bu da geçecekti. Bu da yıllar sonra dönüp de ardına baktığında, hafifçe gülümseyeceği ve "kötü ama dünyanın sonu değil ya yaşıyoruz işte" diyeceği bir anı olarak yerini alacaktı. Bazılarının kalbi kırılacaktı elbet. Ancak yeni bir başlangıç için, yeni bir sayfa için, bazı şeyleri göze almak gerekiyordu.

###########################

İlahi bakış açısıyla kendi hayatını anlatmakta güzelmiş he!
neyse geç geç

merhaba.
ben bir şizofrenim.
belki de değilim. her neysem neyim işte. bu önemli değil.
yalancıyım da aynı zamanda. tanıdığım en büyük yalancı.
normal değilim. normal bir insanmış gibi davranıyorum. aklımdan geçenleri söylesem beni yaşatmazlar tribindeyim. günlük hayatda söyleyemediklerimi buraya kusuyorum.
ve evet. paranoyağım. sanırım en baskını bu. tehditler almıyorum. ya da belki alıyorum. bilmiyorum. herşeyi de yazamam buraya. sonuçta söz uçar yazı kalır, o yazı da bir gün aleyhime delil olur. olabilir. evet.
benim yaşadığım yerde insanlar hafif şeytani varlıklardır. ruhlarını lucifer a satmış garip adam ve garip kadınlar. sürekli etrafımı kötü güçlerle çevrilmiş hissediyorum. illuminatiye bağlamıycam dur bekle. bahsetmek istediğim, ne bilim ya, normal değil işte. gerçekten değil.
belkide bu anormallik normaldir. gökten zembille inmedik ya buraya. bi şekilde yozlaştık bizde işte.

hayatım hep bu normal varlıkların saçmalıklarına ayak uydurmakla geçti.
dünyaya geldiğimde özgürdüm. bence insanın en özgür halidir doğduğu an. sonrasında zihni milyonlarca doğru yanlış kavramla dolmaya başlar. işin içine nufüs kağıdı girer. devlet seni tanır. yürümeyi öğrenirsin, sokakta koşarsın, mahalle seni tanır. konuşmayı sökersin, kelimeler öğrenirsin, insanlar seni yönlendirir, emreder.
okula başlarsın, okuma yazma öğrenirsin, devlet beynini yıkar..
beyin yıkamak bir yana, bildiğin beynini yıkar yani (yıkmak)

yeni yeni insanlarla tanışırsın. arkadaş derler normal insanlar. elle tutulur, gözle görülür arkadaşlar.
ve tesadüf bilimi işlemeye başlar...
hiç alakasız insanlarla aynı anda, bir çatı altında, aynı amaç doğrultusunda yürümeye zorlanırsın.
neden burdayım? neden bu insanlar? burası neresi, ben kimim?
yavaş yavaş bilinçaltına nüksetmeye başlar; "yalnızlık, kötüdür"
öylesine kalabalığa karışmışsındır ki artık, senin ne düşünüp ne yaptığın tek başına bir anlam ifade etmemektedir.

ufak tefek sıyrıklarla atlatılan bu travma dönemleri, şansın varsa böyle de gider.
ortaokulda yavaş yavaş ergenlikle beraber cinsellik olgusu da girer hayatına. bi travma daha geçirirsin.
din olgusu da artık iyiden iyiye etkisini göstermiştir. camileri allah sandığın o dönemleri atlatmışsındır artık.
ahlak değerleri yani yaşadığın toplumun ahlak değerleri çoktan bulaşmıştır zihnine.
ayıplar, günahlar havada uçuşmaktadır.
bundan sonrası yapılacaklar bellidir. "fazla dikkat çekme"

sanırım bu "fazla dikkat çekme" sübliminal mesajı doğduğumuzdan beri bize bi şekilde empoze edilmiş.
daha bebekken "öcü, cız, hııı söylerim abilere" tarzı korkutmalarla bütün duygularımız piç edilmiş bile.
bütün özgüven, yaratıcılık, deneme arzusu, merak duygusu hepsi ama hepsi, insanın keşfetmeye, icatlar çıkarmaya, üretmeye dair ve ilerlemeye dair her ne varsa hepsi bastırılmaya çoktan başlamıştır.
korkuyu baskı aracı olarak kullanan bu "normal varlıklar" ürettikleri "fazla dikkat çekme" "uslu çocuk ol" "aman ha yaramazlık yapma cızz" tarzındaki mottolarını, tıpkı kendilerinin bir zamanlar maruz kaldıkları bu denyo denyo davranışlar eşliğinde, küçük yaştaki çocuğa uygulayarak, bu kısır döngüye hizmet etmiş bulunmaktalar.

çok geçmeden lise yıllarına gelinmiştir artık. bu "normalleştirme" döneminin doruk noktası diyebiliriz. devletin politikalarına uygun "uslu" insan artık son evresine gelmiş bulunmaktadır. vatana millete hayırlı uğurlu olsun vesselam.
artık işin içine farklı farklı korkular girmiştir. değişik baskılar, psikolojik zihin kontrol yöntemleri, izleniyorsun her hareketin kayıt altında, kameralar, tabelalar, yasaklar, iç tüzükler, dış tüzükler falandı filandı derken, kişi eğer kendisine sunulmuş laylaylom ama bir o kadar da sahte ve toz pembe hayata kapılmamışsa hala bir çıkış yolu bulunmaktadır. aslında çıkış yolu her zaman orada küçük bir nokta olarak dursa da, cezbedicilikten o kadar yoksundur ki bu yol, insan o yola girmeye üşenir, göze alamaz, zor gelir zor!

yazının başında ben bi paranoyağım demiştim. evet! ama sen de paranoyaksın. senin çevren, senin arkadaşların, senin ailen... herkes paranoya girdabında. seni yönetenler veya senin yönettiklerin alayı paranoya girdabı nda. bu kuşkuculuk o kadar derine inmiş durumdaki, toplum olarak paranoyak olmuş durumdayız ama o kadar "normal" bir boyut almış durumda ki bu paranoya kimse farkında değildir. en basitinden kapılarımıza attığımız en az 3 kilit bile bunun göstergesidir. duvarlar paranoyadır. güvenlik ihtiyacımızın aşırıya kaçması paranoyadır. herhangi bir bankada güvenlik görevlisi olarak çalışan üniformalı arkadaş paranoya kırıntısıdır. adama sorsan güvenlikten sorumlu güya, ancak o kadar gereksiz yerlerde güvenlik görevlileri işe alınmış ki, aylarca olay molay çıkmadığından, adamın işi; gelene geçene adres tarifi yapmak, sanki ilk defa bankaya gelmiş bir tipe "vezne şurda, sıra almak için buraya, bodrum aşağı katta, al bu da manivela demiri, götüne sokarsın" tarzında konuşmalar yapmak olmuş.

lise hayatında da mucizevi bir şekilde popülariteye boyun eğmemiş bu genç arkadaşımız (evet ben) ısrarla bu göz boyayan para tuzağı sisteme alet olmamaya, alnının akıyla direnmeye devam etmiştir. pek tabi ki sosyal hayatından nice ödünler vermek durumunda kalmıştır. arkadaşları marka manyağı olmuş, o 10 liralık bi gömlekle bütün yazı geçirmiş. arkadaşları o sinema senin bu bowling salonu benim demiş, o mahallesindeki eylemlere adam toplamakla debelenmiş. arkadaşları bir zamanlar popülariteye karşı duruşuyla kendini kabul ettiren ama günümüzde overground'ın tillahı olmuş rock/metal müziklerle coşkulanmış, o protest müziklerle tüm müzik zevkini karşılamış (şu aralar trip-hop a fena kafayı taktım orası ayrı:)

gel zaman git zaman arkadaşlarıyla kafası uyuşmayan, hiç bir ortak aktiviteyle yan yana olamayan bu ruh hastası genç, doğal olarak yalnızlığın dibine sürüklenecekti. 'netekim öyle de oldu'
zaten hafif şizofren eğilimli biri olduğu için, yalnızlıkta pek koymayacaktı vesselam.
ya da artık içten içe ses çıkarmayıp, üzerine kara büyü gibi yapışmış olan bu yalnızlığı kabullendiği için şizofrenizm e kaymıştır orası bilinmez. asıl olan yarattığı bu dünyada mutlu mudur değil midir? önemli olan bu. şimdilik mutlu görünüyor. arada canı sıkılsa da, akşam olup kafayı yastığa vurduğu zaman beraber olacağı sonsuz sayıda hatun var. milyonlarca kez aldatabilme hakkına sahip. kimsenin ahını falan da almaz hem. tek aldattığı kendi kendisi. belki de kendisinin ahını almıştır kim bilir?

bu böyledir. tek bir kuruş harcamadan çıkıp flört ettiği sayısız hatun geçmiştir hayatından. daha doğrusu kafasında yarattığı LSD dünyadan. hatta evlenmiştir bile. genç yaşta evliliği tatmıştır. tabi tam "kafasında planladığı" gibi bir evlilik dahi olmuş olsa da, o da boşanmaktan kurtulamamıştır. tıpkı babası.
2de çocuğu var bu manyağın. biri duygu biri düşünce.

üniversite hayatı koca bir fiyaskodan ibaret olan, bu yanlışlıkla doğmuş olan genç, orada da umduğunu bulamamıştır. bir yanda uyuşturucu maddelerle yeni tanışmış sözde aykırı, özde asalak bir gurüh, öte yanda bilimum siyasi ve dinî akıma(anladınız siz o dinî akımı) bulaşıp örgütlenmiş koyun sürüsü. aralarında aşırı solcu gruplar yoktu. olsa da "slogan solculuğu"ndan ibaret neyi savunduğunu bile bilmeyen tipler olurdu herhalde bak bi düşündüm de yok yok kalsın. kim bilir olsaydı belki ufaktan kayardım o yola..

üniversitede kızlar mı teklif ediyormuş? haha komik şey.
varsa da bana denk gelmedi. ortaokuldaki sınıf arkadaşlarım bile daha medeni cesareti yüksek, tabuları aşmış kızlardı. sanırım günümüzde moda olan "kezbanizm" akımı fena halde derinden etkiledi toplumu ondan olsa gerek. neyse zaten gerek de yok. dedik ya "kabullenilmiş yalnızlık" ilişmeyin.

#####################

pazartesinden beri bilgisayar mavi ekran vere vere bi hal oldu. ondan dolayı aslında daha önceden başlamayı düşündüğüm "Bir şizofrenin günlük hayatı" tadında yazacağım yarı günlüğümsü yazıma biraz geç başlamış bulunmaktayım. yarından itibaren eğer gene bi aksilik olmazsa bu yazı dizisine başlayacağım. kah iş hayatı üzerine, kah mahallede yaşadığım denyo durumlar üzerine kafa ütüleyip göz yoracağım. belki bundan da sıkılırım bilemem ( nalet olası koç burcu )
burdan tüm diğer kişiliklerime saygı ve sevgilerimi yollar, esenlikler dilerim. hoşçakalın.

bi sigara yakim

5 Temmuz 2013 Cuma

az LAF çok İŞ

sık sık okuyun diye emirler yağdırıyorum ya hani,
arada okumaktan sıkıldığınız da bir de İZLEmeye koyulun.
şunu mesela >> http://www.youtube.com/watch?v=tFbRH-S2L94

4 Temmuz 2013 Perşembe

SaLvodan Seçmeler vol. 1

Başım belada ben bi paranoyağım
Odamın kapısı beyaz ve kara boyalı
Sabah ayılıp kalktığımda kendimde miyim ?
Tanıdığım biri mi benim kendim dediğim?

Gökyüzü ağlamaklı bak bu gece
İçine merhem olacak tek bir hece
Gündüz oldu bak önüne imece
Bende seninleyim gidelim ecele

Kim sever ki seni beni
Kim sever ki deli gibi
Kimse kimse için ölmez ve kimse görmez
Bizde arkadaşını bırakıp kimse gitmez

Her yol senin için, adımı atman için.
Herkes senin için, yoluna çıkmak için.
Zorluklar o biçim ve kolaya kaçan için.
Her şey senin için, vaktini iyi geçir.

Elimde bir kalem, sabaha karşı 3 bucuk
Yollarım çakıllı, umuda yolculuk
Sahnede bir tiyatro görevim oyunculuk
Oynadığımız sahnede rolümüzü unuttuk

Okurdum hep kitapları içinde boşça yazsalar da
Sabahları uyanmalar ve kolpalar yanımda
İlki tam bi fiyaskoydu adını bile unuttum
Sonuncusunu çok severdim adımı bile unuttu

Duygusuz ifadelerle bir taş olsam özlemimle.
Gömün beni sözlerimle,bende sizi özlerim be.
Duygularımı közleyin ve aleve verin benim önümde.
Kelimelerime dikkat et.Ben ağlamam son günümde.

Satırlarımı yazarken ben bugün bi banktayım
Boğaza doğru bakan ücra bir parktayım
Göğsümde bir kırık kalp, kafam bozuk
Dudaklarımda tütün havaysa soguk.

Şehir bir okyanustu hep köpek balıklarıyla
Ben nehirde beslenirdim onların artığıyla
Gözlerinde olmasın bende olmiyim
Oğlum sevenim olmasın bende sevmiyim
Karanlık sokakta yürürken yüzüm gülmesin
ve ben kendimle ağlarken kimse görmesin
Bu fırtına dinmesin dalgalar inmesin
ve ben benimle kalıyim kimse bilmesin
ve ben içimden geleni yazıyim kimse duymasın
ve bana özel bir melodim olsun sizin değilki o
Benim içinde ağlasınlar ölemedimki hiç
ve bende dalga geçiyim hayatla gülemedimki hiç
Bir hayat borcunuz var bana geriye verin
Durun ne olur gitmeyin geriye gelin
ve ben çığlık çığlığa sinir krizlerimle
Yumruk attım duvara
Şu an krizdeyim

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Nefret Öğretir, Sevgi Kandırır

Bekle Bizi Ağustos.

birileri cinnet geçirebilir. birileri unutulmuş olabilir. birileri var ya o birileri, peşimdeler. ne istediklerini kendileri bile bilmiyorlar. tek dertleri ilgi ilgi ilgi ilgi ilgiilgilgilgilgilgilgilgilgilgi

hayatımdan gelip geçenler öylesine sömürdüler ki duygularımı neyse ki vurdumduymaz kişiliğim bana mısın demedi. bunca tanıdığım insan, yani deneyip deneyip soğudum insan, bunca gelip geçen zaman, yani BOŞA AKAN ZAMAN. hepsi boşaydı.
dün yaşananların hepsi BOŞU BOŞUNAYDI. haha evet evet gereksizdi yani.
yüzeysel insanlar, topunuzun köküne sigara söndüreyim emi. iki dakka ciddi olun, iki dakka derin düşüncelere dalın. ölürsünüz dimi? bi yerleriniz eksilir. sonunda beni de kendinize ha çevirdiniz ha çevireceksiniz. kendimi denete denete denenecek bir tadım kalmadı. 3 sene önce dalgınlığıma gelip de öylesine espri olsun diye aldığım şu blog ismi üzerime ha yapıştı ha yapışacak. BOŞ İNSAN!

üç noktalı veda cümlelerinin canı cehenneme. ben vedaları sevemedim. beceremiyorum yani. huyum değil.
çağımızın vebasal hastalığı "ilgi deliliği"
çokça kez ağza alınmayacak küfürler eşliğinde sövüp saymıştım bu ilgi manyaklarına ama pişman olmuştum, "yok yaa sorun ben de, fazla abartıyorum işte" ama yok! abarttığım falan yok! mezar hırsızları girdi yine hayatıma. hortladı gene şu ilgi delileri. bok var beni buluyorlar. kötü kader midir nedir allah belasını kökünden versin.

neyse bunlar işin "iş olmayan" kısımları. gelelim konumuza. gerçi konu falan da yok. zaten hiç bişey yok. nihilist bedenim aşka geldi. her güzel şey gibi sen de yoksun Sylvanas. bilgisayar kodlarından ibaretsin işte. ben de kime diyorum burda.
yarın ölüm var. iş var güç var. yolun sonunda son gülen iyi gülen var. son gülen olana dek hıçkıra hıçkıra susmaya devam.

şaka gibi

2 Temmuz 2013 Salı

Doğaçlama Muhasebe

Bugün ofiste hiç tanımadığım, daha önce hiç görmediğim, konuşmadığım, yazışmadığım, bla bla madığım bla bla mediğim hiç bir etkileşimde bulunmadığım bir insana kanım kaynadı. ruhumu okşadı adeta. ama gördüğüm tek şey vesikalık bir fotoğraftı ve bir kimlik fotokopisi. bir film sahnesi gibi yaşadım yine o anı. kelebek etkisi değil de atlas bulutu filmindeki reenkarne hayat tezine aklım kaydı. acaba o insan geçmişteki hayatımda (tabi varsa öyle bir hayat) karşılaşıp, o hayatıma bi şekilde etki eden birisimiydi? dünyaları kıskandıran bir aşk hikayesi miydi? ya da birşey miydi? ben ağaç falandım da o bana yağmur olup yağan yağmur tanesi miydi?
cevap bulamadım...

haftanın enleri

#4 hafta sürecek bir iş hayatı
#milyonlarca kağıt parçasına sıkışmış hayaller
#delgeç
#zımba
#faturalar
#ve antalya