27 Haziran 2014 Cuma

Mahallenin Delisi İşte - Bulaşmamak Gerek

Sakin mi? Sakinim. SAKİNİM!
Ben bunun için fazlasıyla dengesizim dostum!
Hareket etmeyi bırakın! KİMSE KIPIRDAMIYCAK!

Saçmalamayı bırakıp kulaklarınızı açın ve beni çok iyi dinleyin
ŞU ANDA SİZİ UYARIYORUM!
Tamam mı? O delidir. Onda duygusal öfke sorunları var.
Bu yüzden her gece erken yatıyor hatta. Sırf erken kalkıp bir serseriyi haklamak için!

26 Haziran 2014 Perşembe

Cehennem Notları

Sakıncalı bir cinnet molasındayım. Tırpan suratlı insanların kapladığı bu sıkıntılı şehir cehennemin en kederli iklimiydi. Keder çekmek adeta günlük rutin bir eylemdi. Evet, burası cehennemin güzide bir sahil kasabası. Sabahın köründen akşamın dibine kadar üzerime nasipsizlik yağar. Arabesk müzikle şekillendirdiğim alnımın yüz hatları her geçen gün bir milim daha belirginleşmekte.
Buralara amansız bir sürgün neticesinde tutuldum. Yalnızların bunalım hallerinden kurtulmak için kendilerini attığı bir sirkte aç karnıma şebeklik yaparak geçiniyorum.
Numaracı soytarılar... bitmek tükenmek bilmeyen bir manyaklıkla üzerime müslüm gürseslerle saldırıyorlar. İyiliğin var olamadığı garip bir ütopya burası. Cehennemin içinde herkes şeytanî olduğundan kötülük o kadar da sarsmıyor insanları. Burda başarı kötülüklerle endeks. Kötünün kötüsü olabilme hırsıyla yanıp tutuşan bedenlere günü birlik felaket senaryoları yazarım.
Beğenmeyenlerin mezarına tükürürüm. Beğenenleri ömürlük kölem olmam için zorlarım.

Olmadı, yapamadım. Benim cüce kıskançlığıma kimse katlanamadı. Üzerlerine savrulttuğum lanetimse hiç bir zaman tutmadı. Hasetimle bacaklarını yerden kestiklerim olmadı değil. Köpürmüş öfkemle ektiğim nefret tohumları yeşeremeden külleri suratıma dağıldı.

Birden bir melek sirk eğlencesinin tam ortasında. Onu daha önce de görmüştüm.
Dokun hadi kırıldı kırılacak kalbim.
Kır seven kalbimi, isyanla karışık körü körüne sevenler tepeden tırnağa kırılmalılar çünkü bu cehennem içinde. Dokun hadi ben yaralı bir gönülüm, fıtratımda var acı çekmek. acıma bana minnet etmem sahte kanatlarına. Bin yıl öpülmese de kavrulmuş dudaklarım, kuyruğuna tav olmam bir daha.

Ne o? Latince falan mı? Meğer ben ömrümde hiç melek sevmemişim. öyle sanmışım.
Sevdiklerim garip birer maske kullanmışlar, anlamamışım.
Balkona sigarayı layık gördüler. Güneşler terimize göz dikti.
Hangi yöne dönsem en az 1 tane kahpe bekler pusuda. geri kalanlar müptezel.
Çocukluğuma denk gelemedin yaban çiçeğim. Üryan kişiliğimi giydirmeye yetemedin.
365 gün 6 saat reddetsen de beni, inkar edemezsin seni sevdiğimi.

24 Haziran 2014 Salı

tipik mal

Ben neler yaptım? Kendime yalanlar söyledim. Hangi canavarlara eyvallah dedim. Kaç tane aç kediyi besleyip kaçının zehirini tattım? Ne cesaretle sevmeye yeltenip üstüne üstlük karşılık bekledim. Nerelere sırtımı verdim? Kimin güvenini hak etmeye çaba sarf ettim? Nasıl aldandım, neden affettim.
Konu aşksa, yazma birader bırak! .dönüp dolaşıp kendine giydiriyosun.
Gel de anlat...

22 Haziran 2014 Pazar

Zehirlenmiş Zehir

Bembeyaz ölümün soğukluğuyla dolandığım hayatın tenha köşelerinde, zihnimde "buralar sana dar geliyor çocuk" bağırışları ve gözlerimin içine bakmaya cesareti olmayan kedilerin alaycı kahkahaları var. yankılanmak da sürekli. sokakların karmaşık hatları aklımın içine cinsellik pazarlamakta.
Dumana teslim olduğum 3 günlük hayat tecrübemde herhangi bir hayalim yok. Başarmak istediğim bir proje, ağlamak istediğim bir üzüntüm de yok. Duvarların ardına sakladığım benliğimi çekip çıkartacak bir görevli de bulaşmadı henüz. Kendimi savunmak için ellerimle döşediğim mayınlara kendim yakalandım.

Geleceğe dair bir anım yok. Heveslendiğim hayalleri kan kusarak attım içimden. Bana bulaşmaya kimse cesaret edemedi. Elleri yakamda kimse olmadı. Rahatım. Belanın içinde beladan uzağım. Cehennemin en dibine de atılsam ıslık çalmaya devam ederim. Canım sıkıldığında atlarım şehrin sularına. Can sıkıntımı en güçlü kimyasallarla yıkarım. Gözlerim Tony Montana. Algılarım dedektif.
En ince ayrıntısına kadar olta sallarım. Aradığım balık denizlerin dibindeki kumun da altında.
Ben anladım. Bir devrimi bekler gibi bekliyorum işte umarsızca.

seni...

12 Haziran 2014 Perşembe

Anneme

6-7 ay aradan sonra gecenin bi vakti telefonda ilk defa konuşursun ve eski şiddetli geçimsizlik durumlarının şekillendirdiği ruh halinden iki tarafda da eser kalmamıştır. köprünün altından çok sular akmıştır. annedir o başka bi alternatifi yoktur. sonra peşinden koştuğun eski sevgililerin aklına gelir. gidip de asla geri dönmeyenler. ulan ben annem gibi bi kız bulabilir miyim ki düşüncelerine kapılırsın. milyonlarca kişinin düşündüğü şeyi düşünürsün. durum, ağlarsa anam ağlar olur. benliğin, biraz daha adam olmuş olur. gün daha bi parlaktır, insanlara bakış açın daha bi iyileşir. iyimserlik, sevgi, şefkat bunlara kayar aklın. yeniden dönersin hayata...

1 yıl aradan sonra telefon tekrar hayatıma girdi. hayırlı uğurlu olsun.

8 Haziran 2014 Pazar

7 Haziran 2014 Cumartesi

Alkol Etkisi. Geçer Geçer...

bilgisayarım benim, materyalist metresim
gariplikler çoğalmışsa bilki çok ilerdeyim
pragmatist kesim. arada sizinleyim.
bu konumuz sanatsa, ön sırada resim.
hadi ilerleyin, yanlış ata oynayın
kişiliğim dışa vurursa, felsefeyle yoklayın
sade yoklayın. not defteri hazırlayın.
idam kararı verilmişse, dualar sayıklayın.
bugün o böyledir, yarına şöyledir
bu ton balığını yiyince atomlarını gösterir.
tek biçimdedir. kolaycılık peşindedir
etkilenmek güzeldir ama aslının izindedir.

yarını unut. bu çok güzel bi umut.
çözüm içindeyse şimdiki an somut.
var oluş bir keredir. her zaman tependedir
sorumluluğu nüksederse koy götüne
yaşama saldır. yırtıcı bir aç gibi
denemelerden sıkılırsan yön değiştir.

kalemi eline al. ne istediğini söyle
hayallerini haykır tüm içtenliğinle.
engel olana takılma onlar hep ordadır
başaracağan zaman gereksiz bi ayrıntıdır.
geçmişin izleri, kolundaki bi yara gibi
geçmişi unutmak, kendini unutmak gibi.
pişman olamaz hiç bi kimse kendinden vazgeçmemişse
geçmiş dediğimiz her neyse
bizi biz yapan parçalardan biri.
zamanla barışırsın hayatla. herşey olması gerektiği gibi olmuştur ve olacaktır.
daha yolun başındasındır bulaştıkça akıllanırsın. akıllandığın her vakit kurallarına göre oynarsın.
sana bi rol biçilir kullanıldığını anlarsın. mallaşırsın.
nefes almayı KABULLENDİĞİMİZ günü sorgularsın. içinden çıkamazsın. kaçamazsın.
dürtülerin vardır ölmek istemezsin. oyunda kalmalı ve şifreyi çözmelisin.
oralarda bir yerde birilerini anarsın. gelse de keşfetse seni sabrını zorlarsın.
o kişi gelir mi? elbet gelecektir. gelemediği gün kadar değerini arttırırsın.
yalnızlığın özgürlük olmadığını kavrarsın. bağlanmanın anlamını kutsadıkça kutsarsın.
gökyüzüne sığdıramazsın. yerin dibine sokamazsın. dönüp dolaşıp aynı şeye takıldıkça kabullenirsin.
sen böylesin. tek başına eksik. birisine anlatmadıkça yaşamın gereksiz.
biriktir ve içine at. akmasa da damlar. çekip çıkarılana kadar keyfini çıkar.

insanlar bizi, kendimizi tanıttığımız kadar tanıyorlarsa eğer beni kimse tanımıyor.
sizle hiç tanışmadım. kim olduğumu bilmediniz. varlığımın yüzde birini bile hissedemediniz.
ruhuma hitap etmediniz. kalıcı olamadınız. sadakat? hahaha, cesaretse hak getire. zoru görünce kaçıp kendinizi benden kurtardınız. hepsi bu.
tebrik ediyorum.

6 Haziran 2014 Cuma

Faydacı Kekovera

Bir şeyi tercih etmemizin sebebi oldukça komplekstir. tercihlerimizi dışardan hiç bir baskı altında kalmadan yapmak olanaksız. olanağı yok yani. olanağı olmayan. imkansız. anladın.
hiç bir terchimizde aslında irademiz baş faktör değil. bazen bırak iradeyi o yaptığımız tercih var ya biz bile değilizdir o derece. bazen tabi :)
çok fazla müdahele vardır, çok fazla reklam vardır, çok fazla direktif çok fazla rehber çok fazla tavsiye, başarılı veya başarısız hayat hikayeleri vesaire bizi hep etkiler. ve bunlar günümüze geldikçe hızla çoğaldığı için bunlara kenarından köşesinden de olsa bulaşmamış olmak oldukça zor. zor yani dostum.
hal böyle olduğundan özgürlük kavramı tartışılmaya devam edecek. kişi sosyal hayata karışmaya çalıştıkça (yani biraz daha az monotonluk, biraz daha yeni bilgi, yeni yüz vs.) aslında sosyal hayatın ne kadar fazla monoton ve tektipleştirilmiş olduğunu anlıyosun.
sosyal hayata karış! yoksa gözümden düş. bu lafın ardından gelen tavsiyeler şunlardır: herhangi bir futbol takımının taraftarı ol, kısa dönemlik ilişkilerle takıl, yapabiliyosan fuckbody yap, şu şu marka telefondan edin, ideolojik bir görüşe mensup ol, şu marka giyin, şu müzikleri sev, şu şu kitapları al, oku. daha da uzatılabilir. tabi bunların bazıları güzel şeyler de olabilir. hatta okumak güzel şey onu geçelim. anlatmak istediğim, başka çevrelerde nasıl sosyalleşilir bilmiyom da şu an bana görünen çevre böyle yani. yapman gerekenler sanki birileri tarafından belli kalıplarla belirlenmiş durumda. lan kim o birileri? kim olcak dış güçler :(
diyom ki bişeyleri tercih etmemek de bir tercihtir. ancak tercih etmeme hakkı var ya, eğer ortada özgürlükten bahsediliyorsa daha özgür bir davranıştır. en azından bu birilerinin bize sunduğu kalıp olmuş tercihleri tercih etmemekle daha az köleleştirilmiş, daha az yozlazmış ve daha az kirlenmiş oluruz. kendimizi daha az alet etmiş oluruz.
kişilerle kurumların akrabacılık oynadığı günümüz dünyasında, devletler bi bakıma ensesttir. içip içip kendi çocuklarına tecavüz eder devlet babalar. sert mi oldu? olmalı. sistemlerle veya rejimlerle evlenen bu devletler peydahladıkları toplumları birbirinden hep kayırmışlardır. önceki rejimlerden kalan veya başka sistemler isteyen üvey evlatları vardır. sürekli rekabet hali. hangi kardeş kurtaracak aileyi. ya da hangisi kendi ailesini kurmak için ayrılacak. aileye başkaldıran olursa devlet baba bi güzel terbiye eder, öper, sever. yola gelmezse evlatlıktan reddeder.

Gider Ayak Gider Yapmak

Denersen soğursun
Elde edersen soğursun
Seversin soğursun
Nefret et yine soğursun
yani gördüğün gibi günlük ne yaparsan yap eninde sonunda soğuyacaksın. sıradanlaşacağız.
yaranamazsın çünkü. asla yaranamazsın. kimse yalnızlığını görmemiştir çünkü. kimse -bilhassa malum kişi- zihnini okuyamazdır. anlatmak istersin, böyle böyle. kaçar senden izin vermez. çoktan duvarlar örülmüştür. ben hiç öyle olamadım. hiç bir zaman kapıları kapatmadım. neyse beni geç.

dediğim gibi o da artık soğumuştur senden. bu tarz edebiyat yapmacalar soyut birer palavradır ona göre. onu anarak geçirdiğin geceler, acaba şimdi napıyor dediğin her an var ya, yok hükmündedir. materyalist tavsiyeler yağar üzerine çevrenden. çok güçlü bir inkar politikası izlenir. sanki bütün o hissedilen güzel duygular konuşulması bahsedilmesi yasak şeylermiş gibi. kitaplara destanlara şiirlere konu olmuş aşk, "palavra" olur, "kafanı bunlara yorma" olur.
olur mu olur. karşılıksız hiç birşeyin olmayacağına içten içe inanırsın. bir zamanlar sevgine karşılık vermiş olsa bile, sorgularsın. o gün tamamdık da bugün niye eksiğiz dersin. bir fikir, bir moda, bir sanat akımı bile yüzyıllarca tatmin edebilmişken insanı ne oldu da üç beş ayda büyümüz bozuldu dersin. allah kahretsin. hiç bişeye anlam veremezsin. anlam veremediğin ise gel beni anlamlandır diye bağırdıkça bir arpa boyu yol kat edemezsin. kalırsın öyle amaçsız, nedensiz ve yorumsuz bir hayatın içinde.

süreç kendini ağırdan alır. oldukça zorludur ve ömürlük sabır ister. tam unutmanın zaferini yaşadığın bir gün bir yerlerden nükseder çıkıverir karşına ve şu 3 tane birbirinden alakasız eylemi fısıldar sana.
"Senin değilim, beni unut, ama sevmeye devam et" beni unut kısmı külliyen yalandır çünkü hiç bir varlık unutulmak istemez. söylenen bütün elveda cümlelerinin tepeden tırnağa yalan olduğunu gördükçe direnirsin yalancı ayrılığa.
göz göre göre yalan söylemek küstahca bir eylemdir. kalbin kırılmıştır da tabi bu kimin sikinde. empati diye bişey vardır dimi. sadakat falan hani. cesaret. birbirini seven iki insanı ayırmakla eşdeğerdir. aşık olduğun o varlık trollmüş meğer. komik. tüme varırsan yandın. inandığın o değerler değil de bulduğunu sandığın o varlık da bir sakatlık olduğunu fark edersen ne mutlu sana.

bazı insanlar çok dürüst olmamalı. çok fazla yalancı da olmamalı elbette. fazla derken nicelik açısından değil nitelik açısından. dürüstlüğün çok kalitelisi can sıkabilir kişiyi hayattan soğutabilir ve o kişinin gözden kaçırdığı yanlarını, hatalarını düzelteceği varsa da düzeltmez zaten. yalancılıkta da gene aynı. çok kaliteli yalanlar. kişiyi değil hayattan soğutmak inandığı bütün değer yargılarından sistemlerden her ne varsa hayatında olan hepsinden soğutabilir. derinden etkileyebilir yani kaliteli yalanlar. örneğin seni seviyorumlu yalanlar. kim başlatmışsa bu yalanı içindeki kini yaşadığımız yüzyıla kadar sarkmış nesilden nesile. o ilk yalanı söyleyendir bu belanın kaynağı. ilk yemini bozan, ilk defa insanları güvensizliğe sevkeden. bu şüphe katlanarak çığ gibi günümüze kadar gelmiş durumda.

belki de insanlar mono olan hayata dair ne varsa bunların rutinliğinden sıkılacağını bildiğinden gelemiyor böyle işlere. monotonluk zaten kim sever ki? monoteizm de, monofoni de hatta monogami de bundan nasibini alıyor elbette.
monolara dair edilen tek övgü cümlesi "aslolan onlardır ama koy götüne canımmm"
nitekim koyuyolar da. tüm insanlık tarihi bu koymalardan ibaret değil mi bi bakıma. sürekli bir üreme sürekli bir çoğalma, sonra birbirine yetememe, POLİTİKA yapma, çalma, çırpma, çoğaltmaca
hepsi politika, hepsi polis.