5 Nisan 2014 Cumartesi

Yalnızlığın Manifestosu

Hayır Karl Marx sen haksızsın ibine
Şimdiye kadar ki bütün toplumların tarihi, bir kabullenilmiş çaresizlik tarihidir.

insanoğlu yaşamı boyunca birşeyleri çaresizce kabullenerekten bugüne gelmiştir. günümüzdeki sistemlerde yaşayan insanların korkunç miktardaki çoğunluğu kabullenilmişliğin vucüt almış halidir. her türlü olumsuzluğu kabullenen bu bireyler psikolojik bunalımlara süreklenmekte, çirkefleşmekte, saldırganlaşmakta. kabullenilmiş yalnızlık, kabullenilmiş suskunluk, kabullenilmiş haksızlık.. şimdi burda sayıpta laf sikiştirmeye üşendiğimden yazamadığım daha bir çok ibnekarlığa boyun eğen bir kabullenilmişlikler silsilesi.

22 yıllık hayatım boyunca edindiğim tecrübeleri söylüyorum elbette, kaydadeğer almayabilirsin.
ama ben yazıcam. yazıyorum çünkü hala sırrımı çözebilmiş değilim. kabullendiğim yalnızlığımdan kaplumbağa hızında sıyrılma çabasındayken, sosyal hayattan tavşan hızıyla kaçıyor olmuşum. Kat ettiğim yollarda yanıbaşımdan geçip giden o mutluluklara rağmen...

mutluluk bir çift gözdür. ama ben mutluluğu paraya endekslemiş insanlar tarafından yetiştirildim. Bu zulümün kalıntılarını bilincimin altından ya da üstünden atmam kolay değil. henüz dahi atabilmiş değilim. kendinle başbaşa kalıp fikir ve vicdan muhasebesi yaptığın anlarda olur ya hani "işte" dersin mutlu olmak bu kadar kolayken neden zor olana yöneliriz kitleler halinde? "tamam" dersin bundan sonra ölümüne saf iyilik... gün doğar uyanırsın karşılaştığın ilk kaydadeğer insanın yüzünde o kovulmuş şeytanı görürsün yine... hayata dair bütün kişisel teorilerin yerle bir olur. kurduğun hayallerin bütün altyapısı kökünden dinamitlenir. niye anlamak istemez bu insanlar diyip sövüp sayarsın. değiştiremeyeceğini anlayınca pes edersin. Kabullenirsin... ve "ben de öyle olucam ben de kırıcam kalpleri" güce ve paraya kayar aklın... sonra yine bir gün vicdanın fısıldar "yapma!"

vicdanın şiddetine söz geçiremezsin. aklın bulanır, kısır döngüler çoğalır ve her seferinde BOŞUNA çabaladığının farkına varırsın.

bu kabullenilmiş çaresizliğin çaresini kaçmakta bulursun. herkesten ve herşeyden kaçma hissi. sevdiklerinden, bildiklerinden, ailenden belki de olmayan ailenden.
hatta gerçeklerden... hayattan, acılardan
pek tabiki bedel olarak mutluluklardan, hoş muhabbetler, şefkat dolu iki çift sözden... 
bu içindeki "kral çıplak" haykırışlarını dışa vurmaya çalıştığın her an, mücadele etmeye çalıştığın her an diğer virüsler tarafından pasifleştirilmekten bıkarsın ve kaçarsın.

gördüğüm her suratta okuduğum her yazıda kabullenilmiş çaresizlikler. yüzyıllardan beri süregelen sorunlar, meseleler hepsi birer kabullenilmiş çaresizlik ürünü. şu an benim bu iç karartıcı şeyleri yazıyor oluşum bile bir kabullenilmiş yalnızlıktır. enerjimi içe kapanmaya yönelik değil de sosyalleşmeye harcasaydım sanıyorum bugün gününü gün eden ve tek derdi kareli gömleğine sinen parfüm kokusunun bir öncekiyle yapılan kıyaslaması olurdu. ben bu yalnızlığı kabullendim. yorumsuz bir hayatı kendim seçtim. beraberinde gelen dertleri de göze alarak. istemeye istemeye olsa da küstürüldüm. önüme sunulan plastikten ve betondan hayallerle bezenmiş diğer seçenekleri reddediyorum. dışlanan ve sürekli aşağılanan istenmeyen adam olmayı göze alarak yalnızlığın sonsuz derinliklerine yelken açıyorum.

yönlendirmeler, bitmek tükenmek bilmeyen yıkıcı eleştiriler, aşağılık tehditler, sübliminal uyarılar, milyonlarca engelle dolu ve ölüp gidince hiç bir anlamı kalmayan boktan kariyer hayatları. alayını ve nicesini reddediyorum. yıkılacağına inanmadığım (en azından ben ölene kadar) ve kapitalizm tarafından ele geçirilmiş bu boktan sömürü düzeninde bir virüs olarak yaşamaya devam edeceğim. elbette ondan faydalanacağım ancak hayatımı bu kabullenilmiş sömürüye adamayacağım.

kabullenilmiş köleliğe boyun eğmeyeceğim. boyun eğiyormuş süsü verip daima kafamda bu virüsü yaşatmaya devam edeceğim. bu sistem içersinde harcadığımız her emek dolaylı yönden köleliğimizi kabullenmek değil de nedir. sistemin medya eliyle, reklam yönüyle, kurumları tarafından dayattığı her ne varsa kaçacağım. oturup amaçsızca tüketilen petrol ürünlerini düşünüp aklımı kaçırmaktansa kendimi bu sentetik hayattan mümkün mertebe izole edip psikolojimi kurtaracağım.

öte yandan geçim sıkıntısından dem vurup isyan eden her insan için kıs kıs güleceğim. sistemin yönlendirdiği noktada hareket edip, sistemin istediği insan olmayı başaramadığı için, sisteme isyan eden insan ne kadar da zavallı. hayali iyi bir üniversite kazanmak isteyen bir gencin sınırlı sayıda kontenjan olduğu için başarısız olarak görülmesi ve sonucunda o öğrencinin tüm hayalleri suya düşüyorsa eğer burda sistemin değil, bu boktan sistemin kıstaslarına göre hayatını, planlarını ve hayallerini idame eden insanın sorgulanması gerek. kanmasaydın ömrünü heba etmeseydin. 3 saatlik bir sınanmaya inanmasaydın. baştan daha ilkokul 1. sınıfa başladığımız günden itibaren söz söylemeye hakkımız yok. bu eğitim sistemini "kabullenip" bir yerlere varmaya çalıştığımız için hatalıydık. var olan sistemin ibnekarlığı ortadayken bile bile kumar oynadınız çocukluğumuzla. sistemin içinde başarılı olmak için sistemin dayattığı kuralları hem kabul ediceksin sonra işin içinden çıkamayınca ağlayacaksın. arkadaşım sen neyin kafasındasın?

burda akla şunlar geliyor
sisteme apaçık karşı olduğunu ilan eden ve sistemin yön verdiği doğrultuda "bir yerlere" gelebilmiş her türlü resmiyeti olan bir takım gruplar(STK, siyasi partiler, muhalif basın vs.)
          ya güçsüz oldukları için kale alınmıyorlar, bu sebeple de varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar. çünkü gerçekten dediklerini yapabilseler şimdiye kadar sisteme karşı harcanan onca emek başarılı olurdu ve çoktan sistemi 50 kere yıkmış olurlardı.
          ya da güçleri var ancak sistem karşıtlıkları sadece düşüncesel bazda devam etmekte.

işte tam bu ikinci seçenekte kabullenilmişlik olgusu devreye girmekte. sisteme karşı olduğunu söyleyen her birey kafasını yastığa her koyduğu gün kabullenilmiş çaresizlik içersindedir. onurlu duruşlar, güçlü nutuklar, dik başlı isyankar muhalif liderler her geçen gün çaresizlik bataklığında inim inim inlemekte ve bu kabullenilmiş zulümün bozuk psikolojisi içersinde günden güne erimekte, yıldırılmakta. sağlıklı ve şuurlu düşünemeyen güçsüz sistem karşıtları her günün sabahında üzerlerinde dünden kalan kabullenilmiş eziklikle bir sonraki günün acısıyla yüzleşeceğini bile bile sabretmekten acı içinde kıvranmaktan heder olmuş durumdadır.

sistemin bütün var olan resmî ve meşru getirilerini, götürülerini, kurumlarını, ideolojilerini, sağcılığını, solculuğunu, cartını curtunu toptan, kökünden reddedip sadece "yahu biraz da oksijen, nefes almak, gülmek, sevmek ulan sevilmek" diyen ve kaçmaya çalışanları korkak olarak nitelendirecekler, dışlayacaklar, aşağılayacaklar. biliyorum.

sistem karşıtlığını dile getiren ancak ısrarla resmi kurumlarla bağını koparmayan, devlet okullarına gitmeye devam eden, diploma alan, evlenen, sigortalı hayata güvenip emeklilik bekleyen, marka takıntısı olan, ojeye jöleye bürünen, televizyon izleyen, internet sosyal medya vesaire kısacası akla gelebilecek hayata dair sistemin dayattığı bütün boktan işlere devam eden onu anlayan kavrayan hayatına uygulayan biz modern köleler kabullenilmiş çaresizlik içindedir. (internet her ne kadar bir istisna gibi gözüksede sistem bir şekilde orayada nüfus ettiği için onu da ekledim.)

hepimiz sistemin köleleriyiz
bunu söyleyen kaç milyonuncu kişiyim bilemem. ancak bahsettiğim şey pek de yenilir yutulur bir şey olmasa gerek. bunu benim söylüyor olmam benim köle olmadığım anlamına gelmez pek tabi. bilincinde olupta sisteme orta parmak yapıp, matrix izleyip hayatımıza devam ediyor olmamız da bu gerçeği değiştirmez. peki çare? çare yok. tüm bu hengamelerden kaçıp yalnız kaldıkça gelecek geçici çareler. onun dışında birileriyle bir şekilde doğrudan veya dolaylı etkileşime girip sosyalleştiğimiz her an, tıpkı bu yazıyı okuduğunuz gibi kabullenilmiş çaresizlikten başka bir şey değildir.

dünyadaki bütün yalnızlar, birleşin!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder