30 Nisan 2014 Çarşamba

Başlık Falan Yok Amk

bu işler bir anda ansızın gelişir. plan falan tutmaz. kafanda düşlersin sadece. şöyle yaparım böyle yaparımlarla hiç bişey olmaz çünkü mükemmeli tasarlamaya ömrünü versen gene yetmez. kimseye haber vermeden kimseyle helalleşmeden bir gece ansızın atacağım kendimi uzun yollara.

28 Nisan 2014 Pazartesi

Kuklaperest

lan alttaki gene pislemişsin her yeri
niye yazıyon olm bunları iyice mala bağladın kendine bi çeki düzen VER

27 Nisan 2014 Pazar

Aşkın Mapushane

ne zaman yazmaya başlasam, aklım hep kafiyeli sözlere kayıyo.
sonra bi sigara yakıyorum etrafıma bakıyorum etrafım beton. etrafım beton da efkarım niye köşeli jeton gibi hep sonradan coşuyo. sorduğum soruları niye ben cevaplıyom. içimden bi ses sen yalnızsın diyo. ve önceki cümle tekrarlanıyo. sonra içimden başka bi ses yalnız değilsin ben burdayım diyo. allahın belası kişiliğim yine karma karışık oluyo. susturmaya çalışıyom. yok. olmuyo. halimi hatrımı sorup duruyo. hep ibneliğine yapıyo biliyorum. bu kadar yavşak bi iç ses olamaz. başkalarının iç sesi öyle mi. hep bi umut aşılar, cesaret pompalar sen kralsın diye pohpohlar benimki beni yerin dibine sokup aşağılar. moralimin bok gibi olduğunu bile bile sırf işte ibneliğine hal hatır sorar ne yaptın ne ettin bugün der. lan oturduk yedik içtik para kastık birazdan da zıbarıp yatıcaz işte daha ne soruyosun dimi. yok. ille gıcıklık peşinde. senelerdir bedenimi hastalıklı düşüncelerine satmadım diye bu kuyruk acısı biliyorum. arada sırada kaptırsam da kendimi bu manyağa hiç bi zaman tam olarak teslim etmedim elimin ayarını. zaten bir kere izin verdiğimden, o tadı aldığından hep ister oldu. tıpkı, kanın tadını bir kere aldıktan sonra avlanma güdülerini tetikleyen yırtıcılar gibi.

şu dağlarda kar olsan ne yazar olmasan ne. en güvendiğim dağlara kar yağdı. inandığım melek kanatlarını açıp bir bilinmeze karıştı. var oluşumuzun vermiş olduğu bu zorunlu yaşama hakkından bıkkınlık geldi. ey tanrım, öyle zor ki beni sınadığın şu hayat, ayrıca öldüresiye komik. gülüp geçemeyecek kadar ciddi, bir o kadar da yaptırımlarla dolu derme çatma mal bir düzen. karşıma çıkarttıkların, arkadaşlarım, komşularım, akrabalarım ve yarim dediğim o hislerini hadım etmiş çatlak hepsi mi mükemmel fetişisti olur. en ufak bir hatamda beni yerden yere vurur. olaylar karşısında, hayatın akışında neden benden 750 yaşındaki budist rahip erdemliği ararlar. iç sesim gene dürtüyo... ama yok. bu sefer o da cevap bulamadı.

bu hayat harbiden malın teki. tamam ben de sütten çıkmamışım da sanki cennetten reenkarne olmuşum ve bütün bu gerizekalılıkları yaşamak için gönderilmişim gibi. benim gibileri rahatı ve konforu sever. o yüzden bu cennet yakıştırmaları. ağzımla kuş tutsam kendimi beğendiremeyeceğim insanlar var. çok şükür kendimi beğenmiş değilim, kendimi beğendirmek gibi bir derdim var. sevilmek istemek gibi bir derdim var. lanet olası güven meselesi. korkup irkilmediğimiz her an güvendeyiz demektir. korkutup kaçırdığım bir melek var. yanlış hesaplara kurban gitmiş bir maceram var. sadakatle planlamıştım. SADAKAT. bir duvar gibi, dağ gibi, yıkılmaz SADAKAT. hiç bişey olamasak bile sadık olurduk ayrılmamakla.

ben iyi bir avcıydım. deniz de vardı, mevsimi de gelmişti. ama kimisi balık vermeye, kimisi tutmayı öğretmeye kalkıştı. bir allahın kuluna kabul ettiremedim yakaladığım balığı. kem gözlere kurban gittim. sonunda elimdeki balıktan da oldum.
olan oldu... bu da böyle bir anımdı, demeye kalmadı,
içimdeki ses rahat durmadı.
bildiklerimi yüzleştirdim hayatla
ve sınamaktan korkmamak kaydıyla
doğru ama zor olana tutuldu yine aklım.
yani yine sende buldum mutluluğu yaban çiçeğim
bana yaşattığın güzel günlerden bile daha çok umutla doldum
fark ettim ki benim dünyaya geliş amacım bu. zor olanı kovalamak. karanfiller koklamak kolay. pes edip bu sevdadan vazgeçmek kolay. zor olan ya hep ya hiç çekmek.
tek bi farkla.
ya hepimsin, ya da hiç kimsenin.

yani gördüğün gibi ilham perimi hortlatmakla kalmadın, sivri dişlerimi de ardına kadar açığa çıkarttın. şiirlerle mutlu olmak varken, verdiğin sensizlik cezasında hırçın olmaya alıştırdın.
sana dair hislerimde keşke olmasaydı böylelere rağmen iyiki varsınlar hala ağır basan.
görüş günümüz ne zaman?
özledim yine

konuşalım...

26 Nisan 2014 Cumartesi

Alkolün Aforozu

nasıl olması gerekiyosa öyle yapalım
imla kılavuzu hazır ve nazır
sözlük sömürüsü
bilinçaltı kusması
peki kim okuyacak bu saçmalıkları?
bilinmeyen yanım esrar koması
ciğerimin hatrına bi sigara molası
kelimenin özü kafiyenin hası
günahkar kalemimin şeytan çıkarması.
aranan kanın çöpten çıkması
beklenen filmin 1 sene uzaması
çakmakla zıvananın hayatta kalması
masmavi dumanın kimliksiz çıkması

burası neresi?
sıçtın mavisi
aldığım her kapağın boşa gitmesi.
mevzu nedir?
geceleri gelir
bana sorma onu benim sevdiceğim bilir.
o kim ki?
arayıp sormaz ki
tanıdığım herkes hayalet gibi.
kavuşmak ne zaman?
uzun zaman
geçmiyor günler inadından.
ama nasıl olur?
çok güzel olur
elbet bir gün o da yorulur.

12 Nisan 2014 Cumartesi

Elalemin Derdi

sen beni sevemezsin yaban çiçeği
ama ben seni severim.
lanetler yağdırsam da mabedimden her gün
farkına varacaksın seni affedeceğim gün

sen beni anlatamazsın kimseye yaban çiçeği
ama ben seni her gün yazarım bir köşeye
kurduğum pusuların suskun bekleyişinde
üç noktalı şarkıları her dinleyişimde

sen beni yaşayamazsın yaban çiçeği
ama ben seni her gece diriltirim gönlümde
sen yaşandı bitti saygısızca rahatlığındayken
ben çocuklarımızı doğaya salmanın

ısınabilmek için hayallerimi sobada yaktım
verdiğin sözlerle tutuşturduğum ateşi
yalanlarınla körükleyip düşlerine sarıldım.
öylesine soluktu ki bıraktığın izler
dur dedim, geçmişim kayıda bile değmez
ben 7 aylık emeğin hakkını ararken
sen toz pembe sermayenle yeni pazarlar arayışında
ilgisizliğin şikayet dilekçesini arz ederken
ben 'varlığın yeter' sloganlarıyla meydanlarda

sen beni sevemezsin yaban çiçeği
ama ben seni sevmeye muhtacım
daimi mülteci olan illegal hayatımda
tek yasal olan şey gözlerindeki güzel günlerdi

sen beni sevemezsin yaban çiçeği
ama ben seni sevip kirletmeye devam edeceğim
sen aşkı siktir ettiğim gecelerin gizli öznesi
ben çıt kırıldım duyguların ağlamaklı fetişisti
betondan dünyalara sırt çevirdiğim yalnızlığım
ateşime inanma cesareti gösterememiş olmandı
seni sen yapan kozmetikten duyguların
geriye kalan tek gerçeklikse şefkatle taranmış kara saçlarındı
ardında bıraktığın hava boşluğunda
bütün değer yargılarımı yer çekimine kurban ettim
ben muhalif kalbimin yorgun neferi
sen iktidardaki popülist aklımın siyaset malzemesi

sen beni sevemezsin yaban çiçeği
ama ben seni sevmekten hiç usanmam

11 Nisan 2014 Cuma

Alıntıdır

japonya'da ilk olarak 1987'de anılmış bir kavramdır. ineklik derecesinde bir şeye bağlı olan kişilere denir. ingilizce karşılığı ilk zamanlarda nerd olsa da bu otakuların sosyal kabulünden beri geek daha uygun bir karşılık olmuştur. bu bağımlılık, bilgisayar oyunları, anime, manga ya da askeri malzemeler hatta japon pop starı bile olabilir. genelde erkek olmakla birlikte tek tük kadın olanlara da rastlanır. bunlar ilk dönemlerde baya kendilerini dışa vuramayan tiplermiş, çünkü 80'lerin sonu 90'ların başı gibi bu kavram utanılacak birşeymiş, bir manga otakusu olan miyazaki diye bir herifin evinde dört kız öldürmesi ve sonra yakalanması tuz biber olmus tabi. japonyadaki herkes bu herifin cinayetleri işlemekte gerçek bir motivasyonunun olmadığını sadece biriktirdiği şeylerin etkisinde kaldığını bir şekilde kabul etmiş. ( bu olayla ilgili m generation diye meşhur da bir kitap var. internette de herifin odasının fotograflarını falan bulmak mümkün, sanırım geçenlerde idam edildi)

japon sosyologlar bu kavramın japonyanın bilgi kapitalizminin (information capitalism) bir ürünü olduğunu iddia ediyor. çünkü japonya'da yaşayan insanlar kimliklerini markalar, oyunlar, animeler, vs aracılılığı ile tanımlıyorlar. neo homo sapiens de deniyor bu dönemin insanına. ancak 2002'den sonra otaku daha çok kabul görmeye başlıyor ama tabi çok da eleştiriliyor çünkü toplum düzeyinde hiç bir faydası yok, tamamen kişisel zevk için gelişmiş bir şey. o yüzden japon kültürü gittikçe kişisel bir hal alıyor, toplum bilinci azalıyor diye bangır bangır bağıyor kimi otoriteler. diğer bir zararlı sonuç da, son zamanlarda daha da popülerleşen bu otaku kültürünün fazlasıyla aseksüel olması. moe dedikleri birşey var sadece bunu seviyorlar. moe de sevimlilik düzeyinde kalan bir yakınlaşma olabilir ancak çünkü bu otaku denilen tipler sadece bir anime karakterine ya da figure denilen el yapımı anime karakterleri bebeklerine aşık oluyorlar. cinsellikten mümkün olduğunca uzak durmak istiyorlar ki hatta youtube'da falan 30 yaşına kadar bakir kalırsa büyücü olacağını düşünen erkekler var, kimisine test falan yapıyorlar gerçekten tahrik oluyor mu diye, göründüğü kadarıyla olmuyor herif. tabi bu aseksüellik yüzünden de son on yıldır japonya en düşük doğum oranına sahip. hatta geçenlerde bire bir anlamı "az çocuk bakanlığı" olan bir bakanlık kurulmuş bu durumla baş etmek için. bazı batılı sosyologlar bu durumun japonyayı pasif bir toplum yaptığını böylece de dünya barışına katkıda bulunduğunu düşünse de, japonlar anime sevdasıyla ürememeye devam ederse yüzyıl sonra bir japonya olmayabilir tabi.

5 Nisan 2014 Cumartesi

Yalnızlığın Manifestosu

Hayır Karl Marx sen haksızsın ibine
Şimdiye kadar ki bütün toplumların tarihi, bir kabullenilmiş çaresizlik tarihidir.

insanoğlu yaşamı boyunca birşeyleri çaresizce kabullenerekten bugüne gelmiştir. günümüzdeki sistemlerde yaşayan insanların korkunç miktardaki çoğunluğu kabullenilmişliğin vucüt almış halidir. her türlü olumsuzluğu kabullenen bu bireyler psikolojik bunalımlara süreklenmekte, çirkefleşmekte, saldırganlaşmakta. kabullenilmiş yalnızlık, kabullenilmiş suskunluk, kabullenilmiş haksızlık.. şimdi burda sayıpta laf sikiştirmeye üşendiğimden yazamadığım daha bir çok ibnekarlığa boyun eğen bir kabullenilmişlikler silsilesi.

22 yıllık hayatım boyunca edindiğim tecrübeleri söylüyorum elbette, kaydadeğer almayabilirsin.
ama ben yazıcam. yazıyorum çünkü hala sırrımı çözebilmiş değilim. kabullendiğim yalnızlığımdan kaplumbağa hızında sıyrılma çabasındayken, sosyal hayattan tavşan hızıyla kaçıyor olmuşum. Kat ettiğim yollarda yanıbaşımdan geçip giden o mutluluklara rağmen...

mutluluk bir çift gözdür. ama ben mutluluğu paraya endekslemiş insanlar tarafından yetiştirildim. Bu zulümün kalıntılarını bilincimin altından ya da üstünden atmam kolay değil. henüz dahi atabilmiş değilim. kendinle başbaşa kalıp fikir ve vicdan muhasebesi yaptığın anlarda olur ya hani "işte" dersin mutlu olmak bu kadar kolayken neden zor olana yöneliriz kitleler halinde? "tamam" dersin bundan sonra ölümüne saf iyilik... gün doğar uyanırsın karşılaştığın ilk kaydadeğer insanın yüzünde o kovulmuş şeytanı görürsün yine... hayata dair bütün kişisel teorilerin yerle bir olur. kurduğun hayallerin bütün altyapısı kökünden dinamitlenir. niye anlamak istemez bu insanlar diyip sövüp sayarsın. değiştiremeyeceğini anlayınca pes edersin. Kabullenirsin... ve "ben de öyle olucam ben de kırıcam kalpleri" güce ve paraya kayar aklın... sonra yine bir gün vicdanın fısıldar "yapma!"

vicdanın şiddetine söz geçiremezsin. aklın bulanır, kısır döngüler çoğalır ve her seferinde BOŞUNA çabaladığının farkına varırsın.

bu kabullenilmiş çaresizliğin çaresini kaçmakta bulursun. herkesten ve herşeyden kaçma hissi. sevdiklerinden, bildiklerinden, ailenden belki de olmayan ailenden.
hatta gerçeklerden... hayattan, acılardan
pek tabiki bedel olarak mutluluklardan, hoş muhabbetler, şefkat dolu iki çift sözden... 
bu içindeki "kral çıplak" haykırışlarını dışa vurmaya çalıştığın her an, mücadele etmeye çalıştığın her an diğer virüsler tarafından pasifleştirilmekten bıkarsın ve kaçarsın.

gördüğüm her suratta okuduğum her yazıda kabullenilmiş çaresizlikler. yüzyıllardan beri süregelen sorunlar, meseleler hepsi birer kabullenilmiş çaresizlik ürünü. şu an benim bu iç karartıcı şeyleri yazıyor oluşum bile bir kabullenilmiş yalnızlıktır. enerjimi içe kapanmaya yönelik değil de sosyalleşmeye harcasaydım sanıyorum bugün gününü gün eden ve tek derdi kareli gömleğine sinen parfüm kokusunun bir öncekiyle yapılan kıyaslaması olurdu. ben bu yalnızlığı kabullendim. yorumsuz bir hayatı kendim seçtim. beraberinde gelen dertleri de göze alarak. istemeye istemeye olsa da küstürüldüm. önüme sunulan plastikten ve betondan hayallerle bezenmiş diğer seçenekleri reddediyorum. dışlanan ve sürekli aşağılanan istenmeyen adam olmayı göze alarak yalnızlığın sonsuz derinliklerine yelken açıyorum.

yönlendirmeler, bitmek tükenmek bilmeyen yıkıcı eleştiriler, aşağılık tehditler, sübliminal uyarılar, milyonlarca engelle dolu ve ölüp gidince hiç bir anlamı kalmayan boktan kariyer hayatları. alayını ve nicesini reddediyorum. yıkılacağına inanmadığım (en azından ben ölene kadar) ve kapitalizm tarafından ele geçirilmiş bu boktan sömürü düzeninde bir virüs olarak yaşamaya devam edeceğim. elbette ondan faydalanacağım ancak hayatımı bu kabullenilmiş sömürüye adamayacağım.

kabullenilmiş köleliğe boyun eğmeyeceğim. boyun eğiyormuş süsü verip daima kafamda bu virüsü yaşatmaya devam edeceğim. bu sistem içersinde harcadığımız her emek dolaylı yönden köleliğimizi kabullenmek değil de nedir. sistemin medya eliyle, reklam yönüyle, kurumları tarafından dayattığı her ne varsa kaçacağım. oturup amaçsızca tüketilen petrol ürünlerini düşünüp aklımı kaçırmaktansa kendimi bu sentetik hayattan mümkün mertebe izole edip psikolojimi kurtaracağım.

öte yandan geçim sıkıntısından dem vurup isyan eden her insan için kıs kıs güleceğim. sistemin yönlendirdiği noktada hareket edip, sistemin istediği insan olmayı başaramadığı için, sisteme isyan eden insan ne kadar da zavallı. hayali iyi bir üniversite kazanmak isteyen bir gencin sınırlı sayıda kontenjan olduğu için başarısız olarak görülmesi ve sonucunda o öğrencinin tüm hayalleri suya düşüyorsa eğer burda sistemin değil, bu boktan sistemin kıstaslarına göre hayatını, planlarını ve hayallerini idame eden insanın sorgulanması gerek. kanmasaydın ömrünü heba etmeseydin. 3 saatlik bir sınanmaya inanmasaydın. baştan daha ilkokul 1. sınıfa başladığımız günden itibaren söz söylemeye hakkımız yok. bu eğitim sistemini "kabullenip" bir yerlere varmaya çalıştığımız için hatalıydık. var olan sistemin ibnekarlığı ortadayken bile bile kumar oynadınız çocukluğumuzla. sistemin içinde başarılı olmak için sistemin dayattığı kuralları hem kabul ediceksin sonra işin içinden çıkamayınca ağlayacaksın. arkadaşım sen neyin kafasındasın?

burda akla şunlar geliyor
sisteme apaçık karşı olduğunu ilan eden ve sistemin yön verdiği doğrultuda "bir yerlere" gelebilmiş her türlü resmiyeti olan bir takım gruplar(STK, siyasi partiler, muhalif basın vs.)
          ya güçsüz oldukları için kale alınmıyorlar, bu sebeple de varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar. çünkü gerçekten dediklerini yapabilseler şimdiye kadar sisteme karşı harcanan onca emek başarılı olurdu ve çoktan sistemi 50 kere yıkmış olurlardı.
          ya da güçleri var ancak sistem karşıtlıkları sadece düşüncesel bazda devam etmekte.

işte tam bu ikinci seçenekte kabullenilmişlik olgusu devreye girmekte. sisteme karşı olduğunu söyleyen her birey kafasını yastığa her koyduğu gün kabullenilmiş çaresizlik içersindedir. onurlu duruşlar, güçlü nutuklar, dik başlı isyankar muhalif liderler her geçen gün çaresizlik bataklığında inim inim inlemekte ve bu kabullenilmiş zulümün bozuk psikolojisi içersinde günden güne erimekte, yıldırılmakta. sağlıklı ve şuurlu düşünemeyen güçsüz sistem karşıtları her günün sabahında üzerlerinde dünden kalan kabullenilmiş eziklikle bir sonraki günün acısıyla yüzleşeceğini bile bile sabretmekten acı içinde kıvranmaktan heder olmuş durumdadır.

sistemin bütün var olan resmî ve meşru getirilerini, götürülerini, kurumlarını, ideolojilerini, sağcılığını, solculuğunu, cartını curtunu toptan, kökünden reddedip sadece "yahu biraz da oksijen, nefes almak, gülmek, sevmek ulan sevilmek" diyen ve kaçmaya çalışanları korkak olarak nitelendirecekler, dışlayacaklar, aşağılayacaklar. biliyorum.

sistem karşıtlığını dile getiren ancak ısrarla resmi kurumlarla bağını koparmayan, devlet okullarına gitmeye devam eden, diploma alan, evlenen, sigortalı hayata güvenip emeklilik bekleyen, marka takıntısı olan, ojeye jöleye bürünen, televizyon izleyen, internet sosyal medya vesaire kısacası akla gelebilecek hayata dair sistemin dayattığı bütün boktan işlere devam eden onu anlayan kavrayan hayatına uygulayan biz modern köleler kabullenilmiş çaresizlik içindedir. (internet her ne kadar bir istisna gibi gözüksede sistem bir şekilde orayada nüfus ettiği için onu da ekledim.)

hepimiz sistemin köleleriyiz
bunu söyleyen kaç milyonuncu kişiyim bilemem. ancak bahsettiğim şey pek de yenilir yutulur bir şey olmasa gerek. bunu benim söylüyor olmam benim köle olmadığım anlamına gelmez pek tabi. bilincinde olupta sisteme orta parmak yapıp, matrix izleyip hayatımıza devam ediyor olmamız da bu gerçeği değiştirmez. peki çare? çare yok. tüm bu hengamelerden kaçıp yalnız kaldıkça gelecek geçici çareler. onun dışında birileriyle bir şekilde doğrudan veya dolaylı etkileşime girip sosyalleştiğimiz her an, tıpkı bu yazıyı okuduğunuz gibi kabullenilmiş çaresizlikten başka bir şey değildir.

dünyadaki bütün yalnızlar, birleşin!

2 Nisan 2014 Çarşamba